Osmanlıca Sözlük ABC

      -A-ab :suabd :kulabdal :derviab-ı hayvan :bengisab-ı kevser :kevser suyu (Kevser suyunun, kardan ak, baldan tatlı gökteki yıldızların sayısınca kadehler bulunan bir havuz olduğuna inanılır.)ab-ı zülal :soğuk, temiz, güzel...

Başlatan: Maui - Güncelleme: 30 Mayıs 2021, 21:35:38 - Gösterim: 879

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Osmanlıca Sözlük ABC


      -A-

ab :su
abd :kul
abdal :dervi
ab-ı hayvan :bengis
ab-ı kevser :kevser suyu (Kevser suyunun, kardan ak, baldan tatlı gökteki yıldızların sayısınca kadehler bulunan bir havuz olduğuna inanılır.)
ab-ı zülal :soğuk, temiz, güzel su
ademoğlu :insan
adu :düşman
ağ :ak
ağırlık eylemek :ağırbaşlı olmak
ağlara gelmek :iplere asılmak
ağmak :yukarıya çıkmak, yükselmek
ağu :zehir
ağyar :yabancılar, eller, başkaları ( Sevene göre sevgilisiyle görüşenler )
afitab :güneş
ahd :and, söz verme
ahd-ı zar :çok isteme, çok dileme
ahir :son, sonuncu
ahir-kar :işin sonu
ahir zaman :dünyanın sonu
ahu :ceylan
ahval :haller, durumlar
akça çığın :yerel bir kuş türü
aklın dağıdır :aklı başından gider
akval :kaviller, sözleşmeler, anlaşmalar
al :hile, tuzak
alafırcık :(al ve fücur'dan olabilir) fitne, fesat, karıştırıcılık
alaim-i sema :ebem kuşağı, alkım
alavula :alaca bulaca
Ali :4. Halife, Muhammed Peygamber'in damadı, kardeşliği, amcasının oğlu
alişan :ünü ve onuru yüksek olan
alem :evren, dünya, yaşam
amel :iş
ana :ona
ancalar :hepsi, topu birden, tümü
andelib :bülbül
ane :anne
Anka :Kafdağında olduğuna inanılan masal kuşu
anın :onun
atap :cehennemin kapısında bekleyen zebani
arayıla :ara ile, aralıklı olarak
ari :ırak, sıyrılmış, aklanmış, temizlenmiş
arkın :yavaş, hafif
arzı hal kılmak :üst makama durumu bildirmek, bilgi sunmak
asman (asuman) :gök
aşık :derviş, Tanrı aşığı
aşikar :açık, gizli olmayan
aşiyane :yuva
aşk odun urayım cane :canımı aşk ateşiyle yakayım
aşna :bildik, tanıdık, dost
avaz :ses
ayan :açık, belli ortada
ayıdam :söyliyeyim
ayn-i bahar :baharın gözü
ayn-i cem :Bektaşi ve Alevilerin kabul töreni
ayn :göz, çeşme, kaynak
azemet-füruş :büyüklük satan
azmak :yol yitirmek, sapıtmak
azmış :yolu yitirmiş, yolu sapıtmış
azm-i didar :buluşma, kavuşma çabası

  B
bab :kapı; bir kitabın bölümlerine verilen ad
bac :vergi ( Daha çok bir kez ancak zorla kabul ettirilerek alınan vergi anlamına gelir.)
bad-ı saba :sabah rüzgarı, sabah meltemi
bag :zincirle ya da iple bağlama
bağ-ı canan :cennet bahçesi
bahr-ı muhit :büyük deniz, okyanus
bahri :deniz ördeği gibi bir kuş
bahşiş :bir iş görene hakkının dışında verilen para
bal :kanat, boy bos, kol
balaban :bir tür koca kafalı çakır doğan
bar :yemiş, meyve
baran :yağmur
baru :burç, kale
baş :yaranın işleyen gözü
başım koşalı :başımı koyalı
batın :iç dünya, gizli, gizli evren; Tanrı adlarından biri
bay :zengin, efendi
baz :doğan kuşu
bazergan :tüccar
bed-huy :kötü huylu
bedr-ü hilal :dolunay, yarımay
beğni ağar :şerefi, onuru yükselir
bek :sağlam, sıkı
bel :geçit
belı :evet
bend :bağ
Bender :Osmanlı İmparatorluğunun batı sınırında ünlü bir kale
benefşe :menekşe
bengilik :esrarkeşlik
berat :Kadir Gecesinin öteki adı
berat :bir buluştan, bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge. (Osmanlı İmparatorluğunda ayrıcalıklı buyruk. )
bergüzar :anı; anılmak için verilen armağan
beri :ırak, sıyrılmış, kurtulmuş
berk :güçlü, kuvvetli
beserek :besili, tombul
beşaret :iyi haber, müjde
Beytullah :Kabe
biçare :çaresiz
bi-haya :hayasız
bihter :daha iyi, çok iyi, en iyi
bi karar :kararsız
bile :birlikte, beraber
bilece :birlikte
bilecek :birliktelik, beraberlik
bilişmek :tanışmak
bi vefa :vefasız
bi zeban :dilsiz, geveze olmayan, az konuşan
bostan :çiçek bahçesi
börk :kürk ve keçeden yapılma başlık
budak :dal, sürgün
Budin :Budapeşte ( Macaristan'ın başkenti )
burma :bilezik
buy :koku
bülbül-veş :bülbül gibi
bülend :yüksek
bünyad :yapmak, kurmak

  C
canib :yön, yan
cebe :zırh, pusat
Cebril, Cibril :Tanrı'nın buyruklarını Peygambere ileten melek
celal :kızgınlık, kızma
cemal :güzellik
cemal bağı :güzellik bahçesi
ceran :ceylan
cevahir :cevherler, mücevherler
cevr :eziyet, zulüm
ceylan :dolanmak, dolaşmak
cıda :mızrak, kargı
ciğer :yürek, kalp
cücük :civciv
cüda :ayrı, ırak
cümle :hep, bütün, tüm
cünunluk :coşkunluk, us tanımazlık, delilik
cür'a :yudum, içildikten sonra kadehin dibinde kalan tortu
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

- Ç -
çarh :gök
çarh-ı felek :feleğin çarkı, dünya, evren, tekerlek gibi döndüğüne inanılan ,gök
çarh vurmak :gökleri dolaşmak, çark vurmak
çarkacı:ordunun öncüler
çarkalamak :çarkacıların, yani ordu öncülerinin düşmanı oyalama hareketleri
çekildi :göğe uçtu, gitti
çene :gevezelik, boş laf
çerağ :mum, ışık
çerviş :yemekteki yağ
çeşm :göz
çeşm-i fettan :hileci, fitneci, aldatıcı göz
çeşm-i gazal :ahu gözlü
çeşm-i giryan :ağlayan göz
çevgan :ucu eğri sopa
çirk :çirkef, pis, iğrenç su
çiğin :omuz
çiğninde :omzunda
çorap geydirmek (çorap örmek) :fesat kurmak, aldatmak, başına iş açmak, birini kötülemek için habersizce hazırlık yapmak
çöpür :yünün tarandıktan sonra kalan kaba, kötü kısmı
çövmen :yemiş toplamakta kullanılan ucu çatallı değnek
çü :gibi, çünkü, o zaman
çün :çünkü, o zaman, değil mi ki, madem ki

D
dad :imdat, feryat, yakınma
dağ :yara
dağlamak :yara üzerine kızgın demir basmak
dahleylemek :aleyhte bulunmak, yermek
dal :delalet eden, gösteren, işaret
dam :tuzak
daman, damen :etek
dandan :gürültü patırdı, kavga
dar :adam asmakta kullanılan ara, darağacı (Alevi ve bektaşilerde "ayn-ı cem" yapılan yer.)
dar :göçmek
dar-ı rıhlet :göçüş evi
dasitan eylemek:destan etmek, herkese duyurmak, dillere düşürmek da'vac'olma :davacı olma
davlumbaz :savaşdavulu
Davud Nebi :sesi çok güzel olan Davut Peygamber (Davudi ses deyimi buradan gelir.)
dehan :ağız
dem :zaman
demadem :daima, her zaman
demde :eğlencede dolaşmada
dengim var :düşman, hasım
denlü :dek, kadar, denli
derilmek :bir araya gelmek, toplanmak
derimend :dertli, yasalı, kaygılı
derun :iç yan, yürek, kalp, iç
derya :deniz
desdimal :el silecek, yağlık
dest :el
devlet :diriltmek, canlandırmak
diriğ ;dirlik :dirlik, geçim, yaşayış
div :dev, şeytan, cin
divane :deli, aşık
dolu :içki dolu kadeh, içki
dolunmak :batmak, gurup etmek
dönmenem :dönmem
dörtlük :küçük para
dud :duman, tütün
dur :ırak, uzak
duhan :tütün, duman
durub-u emsal :atasözleri
duzah :cehennem, tamu
dü :iki
dün ü gün :gece gündüz
dür :inci
düzmek :yapmak, başarmak, düzenlemek

  E
eda :bizim, durum
edik :koncu kısa çizme
edna :en aşağı
ef'al :işler, ameller
efkar :kederli düşünce
eğin :omuz, sırt
eg'n, eg'in :arka
eg'nine :arkasına
eğlenmek :bir yerde durup zaman geçirmek, dinlenmek
Eğre (bugün Erlan) :bir Macar kenti
ehl-i cihan :cennetler, uçmaklar sahibi
ehl-i hak :Tanrı ehli, erenler
ehl-i zaman :günün adamı
ekber:büyük
elvan elvan :renk renk, çeşit çeşit renk
em :ilaç
Emirler :Mersin yöresinde bir köy
emval :mallar
emval-ı eytam :yetim malları
emn-ü eman :güven ve korkusuzluk
enik :köpek yavrusu
engür :üzüm
er :derviş, tarikat yolcusu
erdi:geldi
ereli :ereli beri, kavuşalı beri
esrik :sarhoş
Estergon :Tuna kıyısında Budapeşte'nin kuzeyinde bir Macar kenti
eşek uğrusu :eşek hırsızı
eşkal :biçimler, şekilier
evvel bahar :ilkbahar
eydür :söyle, der
eytam :yetimler
eyvallah : her şeye razı olmak
eyvan :saray, köşk
eyyam :günler
eyyam-ı devlet :mutlu günler
ezeli, ezel :çok eskiden
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

-F-

fağfuri fincan :Çin fincanı
fak :tuzak
fani :ölümlü
farımak :soğumak, uzaklaşmak, uşanmak
fartu fartu :"cart curt" gibi bir söz
faş etmek :açıklamak, ortaya çıkarmak
feragat :vazgeçmek
ferda :yarın, gelecek zaman
fehmeder arını :utanmayı öğrenir
felek :talih,
fem :ağız
fena :yokluk
fend :hile, desise, düzen; güreşte uygulanan oyunlar
ferda :yarın, gelecek günler, erte
ferraş :döşeyen, döşemeci, hizmetçi, Kabeyi süpüren
feth-i bab :kapının açılması
fırka :parti, grup; tür
Fir'avn :Musa Peygamber zamamında Mısır Kıralı (Musa'nın ardına düşmüş ordusuyla Kızıldeniz'de boğulmuş)
firak :hasret, özlem, özlem çekmek
fikr:düşünce
firdevs :sekiz cennetten biri
Fireng (Frank) :Fransız
firkat :ayrılık
fisk (fısk) :hak yolundan çıkma Tanrı'ya isyan, hainlik, dinsizlik, ahlaksızlık
fitne :bela, sıkıntı, ara bozma, karışıklık çıkarma
füruş :satan, satıcı. 

                      - G-

Gaffar-üz-zünub :günahları bağışlayıcı; Tanrı sıfatlarından
gam-ı hicr :ayrılık derdi
gammaz :kovucu birine iftira ederek zarar veren, fitneci
gamze :yanak çukuru; yan bakış
Gani :Tanrı'nın adlarından; zengin, varlıklı
Gani Settar :kullarını bağışlayan Tanrı
gark :boğulma
gavvas :dalgıç
gazal :ceylan, ahu
gazel : kurumuş yaprak
geda :dilenci
geh :gah, bazı, kimi
gele gör :gel de gör
genc :hazin
ger :eğer
geşt etmek :gezmek, seyretmek, dolaşmak
gevher :elmas, değerli taş
gıybet :birisinin arkasından kötülüğünü söylemek, yermek, dedikodu
gidi:deyyus,pezevenk
giriftar :esir, tutsak, yakalanmış
giryan :ağlayan
girye vü zar :ağlayıp, inleme
gönlek :gömlek
gönül düşürmek :aşık olmak
görülsün kanıtlar :işler, hazırlıklar görülsün, bitirilsin
gövel ördek :yeşil başli ördek, yabanördeği
göyne göyne :yana yana
göz göz olmak :delik deşik olmak, çok acı çekmek
gulam :sakalı bıyığı çıkmamış delikanlı, genç, tutsak, kölemen
gune gune :rengarenk, türlü türlü, her çeşitten
guş :işitme, dinleme
gülbenk :bir toplulukça bir ağızdan makamla söylenen dua, tekbir, ilahi; savaş haykırması
gülşen :gül bahçesi
gülzar-ı aşk :aşk gül bahçesi
güman :şüphe, kuşku
günlük :tütsü için kullanılan bir çeşit ağaç sakızı
gürk (gurk) :kuluçka

                            -H-

Habil :Adem Peygamberin oğullarından biri
hacet :gereklik, zorunluk
hadde :erimiş madeni tel yapmak için kullanılan delikli levha
hafa :gizli yer
Hafid-i Peygamber :Muhammed Peygamber'in torunu
hak :toprak
hak ile hak olmak :toprakla toprak olmak, toprağa karışmak
hak-i pay :ayak toprağı, tozu
hak kalemi :alınyazısı, talih
Hak kapısı :Tanrı yolu
hal :tasavvufta, Tanrısal gerçeklere ulaşan kişinin benliğinden geçme durumu
halayık :yaratıklar, insanlar
halife :birinin yerine geçen
halı :boş, ilişiksiz, evlenmemiş
halim :yumuşak, huy
halk-ı alem :dünya halkı, insanlar
Hallaak :halkeden, yaratan, Tanrı
haman :Firavun'un veziri
hamaylı :boyuna asılan muska, kılıç bağı
hamil :yüklenen, gebe
hamr :sarap (aşk şarabı)
hane :ev, gönül
hanedan :konuksever, vergili; belli ve büyük soydan gelen kimse
har :diken
harabat :harabeler, viraneler, yıkıntılar
harami :yol kesen, can alıcı, eşkıya
haramzade :anası babası belli olmayan, ***
hare :meneviş, menevişli kumaş
hatif :yitikler evreninden haber veren melek
hayf :haksızlık, zulüm; yazık ki, heyhat, vah
hayranlık :esrarın verdiği keyif
hazan:güz,sonbahar
hecr-i gam :ayrılık acısı
hem-dem :asla, hiçbir zaman
heves-güves :hevesederek, özenerek
hezar :bülbül
hışmeylemek :kızmak
hıram :nazlı, edalı, salına salına gidiş
hicap :perde, örtü, utanma
hicr :hicran, ayrılık
hidayet :doğru yolu bulmak, doğru yola götürmek; Tanrı yolu
hil'at :süslü giysi
hindi :bir tür kumaş
hod :kendi, bizzat; de (ne hod:ne de); o, şu
hon (han) :sofra
hor :değersiz, aşağı
höyük :tepe
hub :güzel
huccac :hacılar
huccac-ı müslimin :İslam hacıları
hüccet :isbat belgesi, mahkeme ilamı
hüccet olundu :hüküm giydirildi
Hüda :Tanrı
hülle (hulle) :cennetlik insanların cennette giyecekleri giysi (söylentiye göre bu giysileri İdris Peygamber dikermiş.)
humar :içki sersemliği
hunı :kan dökücü
hünkar :Padişah, hükümdar, sultan
hüsn :güzellik
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

-  I -

ılgıt ılgıt :yavaş yavaş, hafif hafif
ıyan (ayan) :açık, belli 

                          -  İ -

içre :içinde, içeri
ider :eder, yapar
iftihar :öğünme
ihtisap :eskiden "muhtesip" denilen belediye başkanının görevi, belediyeye verilen vergi
ihvan :sadık içden, candan dostlar; tarikat arkadaşları
iki cihan :dünya ve öte dünya (ahiret)
ikrar :saklamayıp söyleme, bildirme, kabul etme, tarikata yeni giren kimseye  uygulanan tören, söz verme
ilacını görmek :çaresini bulmak
imdi :şimdi
inayet kıl :iyilik et, bağrşla
inleyüben :inleyerek
ins ü cin :insan ve cinler
ireyhan (reyhan) :fesleğen çiçeği, güzel koku
irmez :ermez, kavuşmaz, ulaşmaz
irşad :doğru yolu göstermek
irtikap :bir kötülük işleme, yiyicilik, rüşvet yeme
iskancı :yerleştirici, konukçu
iskan evi :göçebeleri belli yerlere yerleştirmek
issi :sahip
ittifak :birleşme
ivaz :bedel, karşılık, karşılık olarak verilen şey
ive ive :acele acele, telaşla

                  - K -

Kaabil :Adem Peygamberin öteki oğlu
kaba :elbise, giysi
kabal :ortaklaşa, ya da ücretle başkasının tarlasında çalışma
kabail :kabileler
kadd :boy
kadem :ayak
kadem basmak :varmak, basmak
kadim :sonsuzluk, Tanrı'nın adlarından
kadr (Kadir) :Kadir gecesi
kahan :tarla
kahan etmek, eylemek :sürmek, ekmek
kail :razı
kakıyor :kalkıyor
kalıp :vücut
kam :istenen, beklenen şey
kamet :boy pos
kamil :bilgili, olgun kişi
kangı :kim, hangi
kan :ölüm
kan :maden
kanara :mezbaha
kandan :nereden
Kani :Tanrı
kanlı :kağnı
kaplubağa :kaplumbağa
kar :iş
karangu :karanlık
k'ar ü kenar :derinlik, kıyı
karavul (karakol) :nöbetçi birlik ya da asker
kaşane :köşk, konak
kat :ön,huzur
katar :dizi, sıra
katarbaşı :yük hayvanlarını yöneten kervanbaşı
katre :damla
kavi :sağlam
kavl :söz verme, sözleşme
kavum :kavim, hısım akraba
kayd (kayıd):bağ
kayıd yemek :bağlanmak
kazı :kadı, yargıç
kazzaz :ibrişim büken, ip yapan
kelam :söz
kele kele :vah vah
kem :kötü
kemal :olgunluk
keman :yay
kemdamarlar:kötü huylar
kemend :ip
kemlik :kötülük, şer
kerem :merhamet, bağışlama, onur, lütuf, iyilik
kerem issi :onur sahibi, onurlu kişi
keremkani :iyi huylu, güzel huylu
kesbeylemek :kazanmak
kesmik :buğday başaklarıyla karışık saman; harmanda iyi döğülmeyip ve kabuklarıyla karışık kalmış dane
kesret :çokluk, bolluk
kevneye :dünya ve ahiret
kevn ü mekan :vücut ve yer
key :ne vakit, ne zaman
kıblegah :kıble yeri
kıl hazer :çekin, sakın
kıl ile yedilmek :inceden inceye götürülmek, eğitilmek, yetiştirilmek
kırklar :kırk erenler (Sufılerce kırkların, diledikleri zaman  diledikleri yerde görünebileceklerine inanılır.)
kile :buğday ve arpa ölçeği olarak kullanılan tahtadan yapılmış kap
kim :ki
kiriş :ince bağırsaktan yapılan saz teli
kinaye :düşünülen şeyi dolaylı olarak anlatmak, dokundurmak
koçmak (koçuşmak) :sarılmak, kucaklamak
koduk, kodak :eşek yavrusu, sıpa
kohulıyan :koklayan
komazım :koymam, bırakmam
korkmazız :korkmayız
kov :dedikodu, çekiştirme, arkadan söyleme
koz :ceviz
köcek :küçük; tarikata yeni girmiş olan; şeyhin hizmetinde olan derviş; oyun oynayan
kökçek :güzel
köşek :deve yavrusu
kulan :yabani at, iki üç yaşında kısrak
kunlamak, kulun :yavrulamak, doğurmak,
kur'ağaç :kuru ağaç
küfran :iyilik bilememe, gördüğü iyiliği, insanlığı unutma
küfür :imansızlık
külek :yoğurt, ayran koymaya yarar ağaç kova
külli :hep, bütün, tüm
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

- L -

lal : yakut gibi değerli ve kırmızı taş
La-mekan :mekansız, mekansızlık; yersiz yurtsuz
La-illa : yok-var
leb :  dudak
leşker :  asker
leyl-ü nehar : gece-gundüz
libas  : giysi, elbise
lika :  yüz
lutf u ala : bagış ve armağan 

                              - M -

madrabaz : vurguncu malı saklayıp pahalılaşmasını sağladıktan sonra  satan mağrıp (magrib) :batı
mah : ay
mahbub : sevgili (Hakk'a mabub olan sultan: Tanrı'nın sevgilisi Muhammed Peygamber.)
mahbubluk çağı : sevilme çağı
mahfil : oturulacak, görüşülecek yer, toplantı yeri; büyük camilerde hükümdarlara ya da müezzinlere ayrılmış, parmaklıkla çevrili yerden biraz  yüksekçe yer.
mah-ı taban : parlak ay; dolunay
maksut : maksat, amaç, istek, dilek
malamat (melamet) : azarlama, sitem etme, kınama (Dünya ve dünya heveslerini, değerlerini hor gören dervişlik.)
manalar getirür : düşünülebilir
mana gevherin : anlam cevheri
ma'ni :. engel
mar : yılan
marifet : bilmek; tasavvufta, tasavvufla ilgili sözler
ma'siyet : başkaldırma; suç işlemek, suç
maşrık : doğu
maşuk : sevgili
matlub : istenilen, aranılan şey, alacak
mazarrat : zararlar
meal : amaç, anlam
mecal : güç, kuvvet
meddah : metheden, öven
mekan : yer, durak
mekkare : hileci, düzenci kadın
meles : pamuktan yapılmış bez; keten gömlek
menend : benzer, eş, gibi
merek : dam, ahır, kulübe; samanlık
Mervan : Emevı halifelerinden biri
mestane : sarhoş, kendinden geçmiş gibi olan
mestanevaş : sarhoş gibi, sarhoşçasına
meşreb : su içilecek yer; huy, gidiş; neşe
mevc :. dalga
Mevla : sahip, Tanrı
mevta : ölü
mey-i aşe : aşk şarabı (Tanrı aşkı)
meyyit : ölü
mezahir : Tanrı'nın sıfatlarının belirdiği varlıklar
micik : atılmış, bozuk yiyecek
miftah : anahtar
mihman : konuk, misafir
mihnet : zahmet, eziyet, gam, keder, sıkıntı, bela
mihr  : güneş; taht, saltanat
mihrican : sonbahar
minber : camide imamın namaz kıldırmak için önünde durduğu oyuk yer
Mi'raç : Merdiven; göğe çıkma
mirimiran : beylerbeyi, eyalet valisi
misak : and, yemin
miskin : çok yoksul
mişvar : tavır, hareket, gidiş
miyan : bel; orta; aralık
mizan : terazi; kıyamet günü sevaplarla günahların tartılacağı terazi
muhabbet : Alevilik ve Bektaşilikte, tarikat adamlarının bir araya gelerek içki içerek, saz çalarak "deme" ya da "nefes" söyleyerek, "sema" ederek  söyleşmeleri.
muhal : olmaz, olamaz
muhannes : alçak, namert, kötü insan
muhannet : korkak, alçak, kadın gibi, kalleş
muhbir-i sadık : sadık haberci
muhib : seven, sevgi besleyen, dost
muhtar : seçilmiş, hareketlerinde serbest olan
mukim idim : çalışıyordum, duruyordum
murg-ı can : can kuşu
musahhar : ele geçirilmiş
muti : itaat eden, boyun eğen, bağlı
müflüslük : iflas etmiş olma hali
müjgan : kirpik
mülazim : bir şeyi gerekli bulan, birisine, bir şeye bir yere sürekli giden
mülk-i lal : al ülke
mü'min : iman etmiş, İslam dinine inanmış, Müslüman
münafık : dıştan dindar içten kafir kimse; bozguncu
münezzeh : kusurlardan, noksanlardan temizlenmiş, arınmış
münkir : inkarcı, yadsıyan
mürafaa (murafaa) : duruşma, yüzleşerek yargılama
mürai : iki yüzlü
mürg (murg) : kuş
mürşid-i kamil : önder, kılavuz
mürüvvet : insanlık, mertlik
müstajrak : gark olmuş, dalmış, kaldırılmış, batmış, kendini bilmeyecek derecede dalgın, düşünceli
mütevelli : bir vakıf malının yönetimiyle görevlendirilen kişi

                          - N -

naçar : çaresiz
nadan : cahil, gerçek bilgisi olmayan, arif olmayan
namlı namlı : öbek öbek, parça parça, bölük bölük
nam-u şan : ad, ün, san
nar : ateş, cehennem
nas :insanlar, adamlar, halk
Nasuh Paşa : Şam valisi; Hac yolundaki eşkıyaları temizlemiş, 1714'te asılmış, sanı "Osmanoğlu"
naşi : ortaya çıkan, ötürü, dolayı, nedeniyle
nay :ney
nazar eylemek : bakmak
nazil : inen
necaset : pislik, insan tersi
necat : kurtuluş
nefes : Bektaşilerin, halk tasavvuf ozanlarının tarikatlarıyla ilgili konuları işleyen şiir
nekbet : uğursuz, ahlaksız
Nemçe (Nemse) : Avusturya
Nemrud : İbrahim Peygamberi ateşe attıran Babil Hükümdarı
nesne : şey
neva : ses, seda, makam, ahenk" name
nevcivan : taze, genç delikanlı
niam : nimetler
nice : neden, nasıl
nic'edeyim : nice edeyim, nasıl yapayım
nigar : resim, resim gibi güzel sevgili
nihan : gizli
nisar : saçan, saçıcı
niyabet : naiplik, vekillik
niyaz : yalvarış, baş eğerek ağırlamak
nun : Arap abcesinde bir harf (Harfin duruşu insan vücudunun eğilmesini andırır. Bu benzetmeyle çok sıkıntı, acı dile getirilmiş olur.)
nuş etmek : içmek
nüzul (nüzl) : nimet, kısmet, yiyim içim
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

- O -

ocaklı : yeniçeri, piyade askeri
od : ateş
oğlan : ergenlik çağına gelmemiş erkek çocuk
ol : o
onarı : iyi, düzgün uygun
onarmak (unarmak) : iyi etmek, tamamlamak

- Ö -

ödlek : korkak
öküş : çok
ömrün serilince : ölünce
özge : başka

- P -

pa : ayak
papak : kürk ve keçeden yapılma başlık
parayıla : para ile
pare pare : parça parça
pazar eylemek : kurmak, söyletmek
penah : korunma; sığınma
pend : öğüt
perçem düzmek : saç taramak, süslemek, düzeltmek
perde : sazın kolu üzerinde belli sesleri çıkarmak için parmak basılan yer
perizad : peri kızı, peri yaradılışlı
pervane : kelebek
pesend (etmek) : kıskanmak, imrenmek
peşkeş vermek : sunmak
peyman : and, yemin
peymane : kadeh
pinhan : gizli
pir : tarikatın ileri geleni
pirlik : ihtiyarlık, kocamışlık
pişe : iş güç; alışkanlık
pul : eskiden kullanılan akçadan küçük para
pür-hun : kan dolu
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

- R -

Rab :Tanrı
Rabbül Alem :alemi yetiştiren, geliştiren, olgunluğa ulaştıran, Tanrı
rafızı : terk eden, bırakan; Şii mezhebinde ayrı bir kol (Doğru yolu, mezhebi bırakan, sapıtan demektir.)
rah : yol
rah-ı hakikat : gerçek yolu
rah-ı Hakk : Tanrı yolu
rahi : yolcu, gezgin
rahm : acıma, esirgeme, koruma
rahman : merhamet sahibi, Tanrı sıfatı
rahmetmek : acımak, merhamet etmek
rahşan : parlak (yıldız)
raht (reht) : bastırarak ezme
Rasul : şeriat sahibi, peygamber, Hz. Muhammed
Rasul-i Ekrem : en büyük peygamber, Hz. Muhammed
ravza : çayırlık, çimenlik, bahçe (Ravzai Rıdvan, Ravzai Cennet ya da yalnızca Ravza, cennet karşılığı olarak kullanılır.)
raz : sır, giz, gizli şey
reaya : halk, avam
rehvan : yolda giden, yürüyen
rengin : renkli, güzel
revan : yürüyen giden, akan, su gibi akıp giden; ruh, can
revane : giden, yürüyen
rıza lokması : Tanrısal lokma
rububiyet : bir şeyi, birini, yeteneğine göre yetiştirip geliştirmek
ruh : yanak
rumuz : remizler, alamı tam açık olmayan sözler
ruz u şeb : gündüz ve gece
Rüstem-i Zal (Zaloğlu Rüstem) : İranlıların büyük destanları (Firdevsi'nin yapıtı. Rüstem adı, gözü pek, olağanüstü kavgacı, savaş işlerini başaran kahramanları göstermek için kullanılır.)
rüsvay eylemek : itibarsız, onursuz duruma düşürmek
rüşd : erginlik, olgunluk

- S -

sağrı : atın kıçı
sail : soran
sail (savlet'ten) : saldırıcı
sait : namuslu, Tanrı katında iyi olan
sal : düzlük
sal : tabut
sala : selam, alana çağırma sözü
salaca : tabut, teneşir
salan : sallayan, eğen
salınıban : salınarak
Sallallah : peygamberlere düzenlenmiş duayı okumak (Buna "selavat getirmek"de denir.)
salmanam : salmam, bırakmam
salyane : salgın, vergi, yıllık saptanan para
sa'y : çalışmak
sayru : hasta
seğdirmek : koşmak
seğirdüben : seğirterek, koşarak
sekiz cennet : hadislerde cehennemin yedi, cennetin sekiz olduğu bildirilmiştir.
selef : önceki
selim : doğru, temiz
selki : hafif, yegin
Selman : Sahabe'den; Peygamberin zamanında ona inananlardan, yakınından olanlardan bir İranlı
selvi revan : yürüyen selvi boylu
sena : övgü, yüceltme
ser: baş
ser-bölük : bölükbaşı
sermest : sarhoş, kendinden geçmiş
sert humar : huysuz eşek
server : baş,önder
servi kamet : selvi boylu
seven sevende : seven ve sevilen
seyfi : güzel gözlü bir av kuşu
seyr : gezmek; rüya, düş
seyran : gezinme, gezme
sıdk : doğruluk, gerçeklik
sığın : bir geyik türü
sıfat-ı şer : kötü sıfatlar
sınamak : denemek
sındı : makas
sınık : kırık, kırılmış
sırat : cehennemin üstüne gerilmiş kıldan ince kılıçtan keskin köprü
sırat-ı müstakıym : doğru yol
sırr-ı Sırr-ullah : Tanrı'nın gizlerinden; sır
silahdar : padişahın ya da paşaların silahlarının koruyucusu
simlerin kuşanmak : ziynet, süs eşyası takmak
sin : mezar
sipah, sipahi : atlı asker
sorup sormaşmak : arayıp sormak, soruşturmak
söğünmek : sönmek
subh : sabah vakti
sun-i lemyezel : Tanrı yapısı
suphan : Tanrı
suz : sıcaklık, yanma
suz-i gam : gam ateşi
sücü : şarap
sükker : şarap
sürçek : sürçen, ayağı yere takılan

- Ş -

şad : sevinçli, neşeli
şadoluben : sevinerek
şah-ı huban : güzeller şahı
şah-ı merdan : insanlar şahı (Halife Ali'nin sıfatı olarak kullanılır.)
şaki : hırsız, yol kesen
şakımak : ötmek, dokunaklı ses çıkarmak
şalı renk : türlü renkte şal, boyun atkısı
şane : tarak
şar : şehir, kent
şaz : genel kurala uymayan, kuralsız, istisna
şehristan : şehir yeri, kent
şehriyar, şehr-yar : padişah, hükümdar
şekk : şüphe, kuşku
şem : mum
şems : güneş
şerha : yarık
şerheylemek : açmak, açıklamak
şeyda : çılgın, tutkun
şeytan-ı lain : lanetlenmiş şeytan
şey'ullah (Şey'en billah'tan bozma) : Allah için bir şey
şikar : av
şikest : kırılmış
şimdiden geri : şimdiden sonra
şita : kış
şivekar : nazlı, cüveli
şol : su
şuriş : karışıklık, kargaşalrk
şükr : teşekkür
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

- T -

taat : Tanrı buyrukları, ibadet
tab' : huy, yaratılış
tac : hükümdarların başına giydikleri cevahirli başlık; gelinlerin başlarına koydukları cevahirli süslü başlık
tahrik (hark'tan) : çok yapma, yakınma, susatma, susatılma
fahrik (hareket'ten) : kımıldatma, kımıldatılma, oynatma
tahrık-ü tar : çok yanma ve karanlık
tahtes-sera : toprak altı
talimin almış şahan : av kuşu yakalamayı öğrenmiş şahan
tan'eylemek : sövmek, yermek, kınamak
tar : karanlık
tarac : darmadağın
tapı : tapınılan şey, mabut
taye (daye'den) : dadı
teb'it : uzaklaştırma
Tecer : Sivas dolaylarında bir dağ ve ırmak
tecrim : cezalandırma
teferrüç : açılma, ferahlama; gezinti; gezintiye çıkıp gam dağıtma
tefrik : ayırmak
tekne : sazın gövdesi
televvün erişmek : renkten renge girmek
tennure : tandırlık, mutfakta giyilen giysi; yakasız, önü göbeğe dek açık, üst kısmı bele kadar dar, etekleri geniş, kolsuz giysi
tepir : kıl elek, kalbur; buğdayın tanelerini samanından ayırmak için kullanılan kamıştan ya da ince dallardan yapılmış sepet
terkin urmak : vazgeçmek
tertip olundu : atandı
teşviş : karıştırma, karmakarışık etme
tevekkül : işi Tanrı'ya bırakıp yazgıya razı olma
tevhıd etmek : Tanrı'nın birliğini söylemek
tezkiye : temizleme, soruşturma
tıfl-ı nevres : yeni yetişmiş genç, sevgili
tımar : hükümetçe geçim için verilen toprak
tınab : ip, destek
tiğ (tig) : kılıç
tig-i gamze : kılıç gibi yüreği delen kirpik
tiryak : zehirlere karşı ilaç
tonuz : domuz
top vakti : develere topak biçiminde hamur verme zamanı
toy : ziyafet
toy : bir tür kuş
tuba : cennette bulunduğuna inanılan, çeşitli, lezzetli yemişler veren bir ağaç
turayıla : tura ile
tutuben : tutarak
türab : toprak
tütün : duman

- U -

uçmak : cennet
uğru : yol; entarinin ön parçası
uğru : hırsız, yol kesen
uğrunca : gizlice
ukba : ahiret, öte dünya
ulaşır : sataşır
ulu divan : mahşer günü insanların Tanrı'nın huzuruna çıkışı
ulu Sultan : Tanrı
umman : büyük deniz, okyanus
Urban-ı Hicaz : Hicaz Arapları
urum : eskiden Anadolu'ya verilen ad
uruşan : ruşen, aydın
uryanı : çıplaklık
ustager : usta, iyi iş yapan
usul : müzikteki esaslar, yöntem
uş : işte
uşşak-ı serbaz : korkusuz aşıklar
uyarmak : yakmak
Uyvar(Ersekujvar) : Estergon'un kuzeyindeki bir kale ve kasaba

- Ü -

ülfet : alışma, görüşüp konuşma
ümera : amirler, büyük, yüksek memurlar
ümmet-i naci : kurtulmuş ümmet
ürke : ürker
üryan (uryan) : çıplak
üstaz : üstat, usta, hoca
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

- V -

vahdet : birlik
vahdet şarabı : birlik şarabı
varis : kendisine başkalarından miras kalmış kişi
vasf-ı hal : başından geçenler, durumlar
vasl : kavuşma
vazgelmek : vazgeçmek, gözden çıkarmak, uzaklaşmak
vebal : suç, sorumluluk
vird : tarikatta belli zamanlarda okunmak üzere Türkçe düzenlenmiş dua ve övgüler; sık sık yinelemek
visal : ulaşma, bitişme, sevgiliye kavuşma
vuslat-ı mahbub : sevgiliye kavuşma

- Y -

yad : el, yabancı
yadlu (yatlu, yatlı) : kötü, pişman, bedbaht
yahşi (yahşı) : iyi
yal : hayvan yiyeceği
yalı kaval : atın koşarken yelesinin havalanması
yaman : kötü, fena
yanıl : kızarmış, olgun
yar : uçurum
Yaradanbari : Tanrı
yarağ : gerekli ("yaramak"tan gelen bu sözcük, silah, gerekli şey, gereç anlamlarında da kullanılır.)
yaran : dostlar, sevgililer
yarlık : aşk, ferman
yasmak : eğmek, kırmak, perişan etmek
yavı kılmak : yitirmek
yavuzluk : kötülük, sert huyluluk
yazı : ova, sahra
yeğ : daha üstün, tercih edilir
yeksan : birlikte, beraber, her zaman, denk, bir, eşit
yelmek : koşmak, ivedi yürümek; serseri gibi dolaştırmak
yeticejiz : yetince, ulaşınca, varınca
yetmek : yetişmek, koşmak, ulaşmak
Yezid : Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'i Kerbela'da öldürten Emevi halifesi
yiğitlik : gençlik
yoklan : yoklayın
yol : tarikatta uyulması gereken yöntem
yolak : baş
yol-erkan : tarikat ve temelleri
yorağ : papucun üst kısmı
yorgalama : binicisini sarmadan yürüyet at, rahvan
yuka : yufka
yumak : yıkamak, arıtmak, temizlemek
yüğürmez : iyi, hızlı yürüyen (at için kullanılır)
yüz ağı : temiz yürek, suçsuz

- Z -

zağ : kılıç ya da bıçağı bileyerek verilen cila
zağfiran : safran, sarı renk veren bir bitki
zahm : yara
zahimdar : yaralı
zahir : açık, belli, dış, evren
zahid : çok aşırı sofu, kaba sofu; Alevilerce Kızılbaş olmayan
zail olmak : silinmek, bitmek
zahm uran : yaralayan, yara açan
zar : ağlama, inleme
zari kılmak : ağlayıp, inlemek
zari zari : ağlaya ağlaya, inleye inleye
zat-u sıfat : dış ve iç varlık
zekat : şeriata göre, helallığını sağlamak üzere mal ve paranın her yıl sadaka olarak dağıtılması gereken kırkta biri
zemistan : kış
zeyn : süs bezek
zi : ne hoş, ne güzel
ziba : süslü, yakışıklı, güzel
zikr : anma
zuhur : ortaya çıkma
zu'm-ı fasid : bozuk zan, yanlış sanı
zu'm-za'm : zan, sanı
zühd, zühüd : her türlü zevke karşı koyarak kendini ibadete verme
zühd ile taat : dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp buyruklarını yerine getirme
zülf : zülüf, başın örtü dışında iki yana sarkan saç kısmı, perçem
zülal : temiz su
zülüfbend : saç bağı
Kerem imza


Deli tarafıma denk gelmeyin, zira orada ben bile hükümsüzüm...

Benzer Konular (3)

Clicky