Nostalji yazasım geldi. Ya da eskiden başlayıp yeniye çemkiresim. Veya tam tersi...
Bir şeyim geldi işte. Yazayım da sonra karar veririm neyin geldiğine...
Bir giriş bulmam lazım şimdi. Dört duvar konu olmaz. Bir kapı gerekli, içeri girsem dayar-döşerim nasıl olsa ...
Gün boyu organize sanayi sitelerinde gezdim. Hele biri vardı ki, bir zamanlar (Hangi zaman olduğunu söylemem) topraktan fışkıran kaynaklar, çok güzel korular olan bir yerde kurulmuştu. Piknik için bütün köy toplanır oraya gider, o korularda, o kaynaklardan buz gibi sular içerek serinler neşe içinde geçen bir günün tatlı yorgunluğuyla dönerdik evlerimize.
Bugün de yorgun döndüm ama tatlı kısmı uymadı işte... Uydurasım var, yaşanacak yerleri katledenlere...
Yaşam denen yolculukta adını "Hayal kırıklığı" koyduğumuz bir çok parça bırakırız yol kenarlarına. Bunu da bugün bıraktım kenara işte. Her kuşağın hayatından koparılıp alınan parçalar olmuştur ve olacaktır. Hani bazen geyiğe sarıp eski tatlardan, üzerinde bir parmak kaymak olan yoğurtların, sarıkızdan taze sağılmış ve içine su koymayı o zamanlar uyanıklık saymayan saflardan aldığımız sütün tadından vs. vs. vs. dem vururuz.
Bu kaybolanlar değildir aslında hayal kırıklıklarımız.
O içine doğduğumuz dünya, o dünyaya bizden önce doğmuşlar sayesinde güzeldi. Bütün gün birbirini yesede en küçük bir sıkıntıda birbirlerinin yardımına koşan anneler, akşam işten dönerken ellerinde kese kağıtlarıyla mahalleye giren babalar, sokakta zırlamaya başladın mı nedenini soran abiler, seni teselli etmeye çalışan ablalar, yağlı ekmeğini paylaşan arkadaşlar... Saymamayım bitmez...
Yokluğu, varlığı, acıyı, sevinci kısaca hayatı paylaşan insanlar... Kırılan hayaller, aslında bunlar olmalı.
Kıranlara giydiresim var...
Nostalji yapılınca genelde giydirilenler zamaneler oluyor.
Kuralın dışına çıkacağım biraz. Çıktım...
Nasıl örnek olduk çocuklarımıza? Önlerine nasıl manzara koyduk?
Paran kadar konuşup, hükmedebileceğini, paranın sayesinde karşındakine (rakım olarak ölçemem ama) cüzdanının şişkinliği kadar yüksekten bakabileceğini, Okul taksidini yatırırken kimlerden daha farklı olduğunu, özel arabamızda kırmızı ışıkta durunca camdan içeri mendil satmak için uzanan çocuklara "hastir" çekerken aslonanın ne olduğuna karar vermediler mi?
Sürekli Avrupayı, Amerikayı yani batıyı örnek verirken, bu ülkenin yaşanılmayacak yer olduğunu dilimize dolarken onların yüzlerini batıya çevirip kıçlarının doğuda kalmasına biz neden olmadık mı?
Şimdi ise kulaklarına takılmış küpelere, envayi çesit kesilmiş saç modellerine, giyimlerine, tavırlarına ne bileyim işte gözlerinin üzerinde ki kaşlarına bile bakıp bakıp dövünenleri anlayamıyorum...
Ulan! Adresi gösteren bizdik işte. Onlarda o adreste bu kadar bir yer bulabildiler kendilerine. Kafalarını ve içindekileri aldı batı ve rahatça kazıklayabilmek için kıçlarını doğuda bıraktı.
Zamanenin ne günahı var?
Önlerine konulan yemek ve gördükleri manzara bu. Bize "Adam bu" diye sunulanlara saygı duyduk. Cezaevlerine kapatılanlara kafa yormadık. Gördüğümüz haksızlıklara "tek başıma ne yapabilirim ki" deyip kafamızı çevirdik. Surat asan astımıza fırçayı kayarken, suratı asık üstümüze "canınızı sıkan birşey mi var efendim. Yapabileceğim birşey var mı?" yalakalığını yaparken neyin örneği olduk?
Yine de zamanelerde kabahat. Geleceğinize sahip çıkın ya!
Biz, eve kese kağıdıyla dönen babaların onurunu, evde saçını süpürge edip çırpınan ve ömürlerini harcayan annelerin fedekarlığını, mahallede peşimizde dolaşan abilerin ablaların sevgisini, ekmeğini paylaşan arkadaşların dostluğunu yitirdik...
Sizler kaybetmeyin...
Biz ise, yine de pisliğe bulanmış Dünyanın sorumluluğundan kaçmak için...
Vuralım zamanelere...
(sahi benim neyim gelmişti ya!)
**Banemin**
|