Anneannem Polatlı'nın bir köyünde evlenmiş ve beş çocuğu olmuştu. Eşini 35 yaşında kaybetmiş ve okuma yazması olmadan küçük çocuklarıyla kalmıştı. Daha önce de bir oğlunu kaybetmişti. Bir büyükbaş hayvanını satarak İstanbul'a göç etti. Akrabaların yardımıyla çocuklarının rızkı adına çalışmak için.
Hayatı hep çabayla geçen bir insan oldu. Çocukları birer birer büyüyüp işe başlayıp evlendiler. Anneannem hep bizim yanımızda kaldı, anneme yardımcı oldu. Okuma yazmayı kendi kendine gündelik takvim yapraklarından söktü. Öğrenmek, okumak onun parçasıydı adeta. Maharetli kadındı anneannem, çok da titizdi. Hiç boş vakit geçirdiğini anımsamam, daima el işi ile meşguldü biz büyürken. Anneanne kazakları hep yenilenirdi onun mahareti ile. Annemle aralarında tatarca konuşurlardı. Biz anlardık ama konuşmada mahir değildik. Öz dilini hiç kaybetmedi.
Zaman geçiyor, biz büyüyor, anneannem yaşlanıyordu. Onu genelde ben yıkardım, hep duasını alırdım. Heyhat kim derdi ki son yıkaması da bana nasip olacak?
Üniversite 3. sınıfta dayımın yanına geçecekti. Giderken ona söz vermiştim. Öğretmen olur olmaz yanıma alacaktım, ona bakacaktım. Tek sermayesi tahta bir bavulla İstanbul'a dayımla gitti.
Zaman geçti, ben öğretmen oldum. 8 ay sonra sözümü tutup çalıştığım kasabaya onu getirmek için Ekim'de İstanbul'a gittiğimde hep bu anı bekleyen bir çocuk gibi heyecanlıydı. Takati kalmamış, güç yürüyor ve yine de hayata tebessüm ediyordu.
Kırk yılda bir denk gelinen bir abla komşum vardı. Alt katımda oturur kasabaya makine örgüsü yapardı. Okula giderken ona bırakırdım, severek yarenlik ederdi. Evim yeşillikler içinde ve bir dere kenarındaydı. Güzel havalarda ablam bahçeye sofra kurar, kasabanın kızları da gelir, hep birlikte gülüşerek vakit geçirirdik. Mutluydu, ''dünyanın iyi insanları bu yeşillik içinde toplanmış'' derdi.
Kasım'ın 11'i oldu. 12 Kasım doğum günümdü, 23 yaşına girecektim. Ablam doğum günü pastası hazırlayacaktı, kendimizce toplanıp kutlayacaktık. Ama umduğumuz gibi olmadı.
Komşu ablam anneannemin ayaklarının şiştiğini fark etmiş. Deneyimli ve bilge bir kadındı. Hayra alamet olmadığını anlayarak akşam doktor çağırmamızı istedi. Bana tetkik sonrası ikisi de bir şey söylemedi.
Ve 12 Kasım günü geldi. Cuma sabahıydı, işe giderken yine komşu ablama anneannemi bıraktım. Yaşı 81'di. Çoğunlukla uzanarak etrafı seyrederdi. Yanında insan olmasından mutlu olurdu.
Akşam olduğunda evde bir hareketlilik başladı. Kasabadan kadınlar dua kitaplarıyla geliyordu. Anneannem yine o masum tebessümüyle etrafı seyrediyordu. Yasin okunuyor, sohbet ediliyor ve çay demleniyordu. Meğer komşu ablam herkese haber vermişti.
Anneannem limonlu çayı çok severdi. Ona herkesten önce limonlu çay verilmesini ablam söyledi, canı çekmiş. Birkaç kaşık almıştı ki uzanmak istedi. Derin bir nefes alarak verdi. Hareketsizdi. Ben ancak o an ölüyor olduğunu ayırt edebildim, panik içindeydim. Gözlerini tekrar açtığında sevindim. Ve ikinci bir nefes alış ve veriş. Sonra gözünden düşen bir damla ile veda ettik. Bir anda hayatın bağlı olduğu pamuk ipliğini hissettik. Onu odaya uzattığımızda hayatın meşakkatinin oluşturduğu kamburu yok olmuş, uzun ince bir kadına dönüşmüştü. Huzurluydu.
Akrabalar arandı, İstanbul'a getirilmesi istendi. Komşu ablam ve eşi ile belediye otobüsünde üç kişi onu İstanbul'a götürdük. Teyzemin evinin önünde yıkanacaktı. Bir ölüyü ilk defa gören ben anneanneme bakarken hoca hanım yardım etmemi istedi. Beraberce son yıkamasını da yaptık. Düşün içinde miydim, yaşam mı o anda bir düştü bilememecesine ayrılıyorduk artık. Tarifsiz bir hüzün ve çaresizlikle. Onu yanıma getirirken bunu hiç düşünmemiştim.
Artık her 12 Kasım anneannemin ölümü demek olacaktı, hep hüzünle gelen. Eline doğmuştuk, elimde ve doğum günümde hayatı sona erdi. Allah'ın hikmeti buna dahildi. Bizler görünüşte tutsakken gizemin işleyişini çözemiyorduk. Nasipti nefes, ömür belliydi. Başlangıcı ve sonu tek, süreci imtihandı.
Yoklukla, emek ve çileyle geçen bir hayata saygı duymayı bana anneannem öğretti. Ruhu şad olsun.
(Asrevya) / 12.12.2020
|