Hicr sûresi, 99 (doksandokuz) âyet olup 87'si Medine'de, diğerleri Mekke'de inmiştir. Hicr, bir yer adıdır. 80-84. âyetlerde Hicr'den bahsedildiği için sûreye bu ad verilmiştir.
الَرَ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ ﴿١﴾ 1.Elif lâm râ tilke âyâtul kitâbi ve kur'ânin mubîn(mubînin). Elif, lâm, râ. İşte bunlar, Kitab'ın ve Kur'ân-ı Mübîn'in (açıkça beyan edilmiş Kur'ân'ın) âyetleridir. رُّبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ كَانُواْ مُسْلِمِينَ ﴿٢﴾ 2.Rubemâ yeveddullezîne keferû lev kânû muslimîn(muslimîne). İhtimal ki; kâfirler "Keşke müslüman (teslim olanlar) olsaydık." diye temenni edecekler. ذَرْهُمْ يَأْكُلُواْ وَيَتَمَتَّعُواْ وَيُلْهِهِمُ الأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿٣﴾ 3.Zerhum ye'kulû ve yetemetteû ve yulhihimul emelu fe sevfe ya'lemûn(ya'lemûne). Onları terket (bırak). Yesinler ve metalansınlar (faydalansınlar) ve emel(ler) onları oyalasın (meşgul etsin). Fakat yakında bilecekler. وَمَا أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلاَّ وَلَهَا كِتَابٌ مَّعْلُومٌ ﴿٤﴾ 4.Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ ve lehâ kitâbun ma'lûm(ma'lûmun). Ve Biz hiçbir ülkeyi, onun malûm (bilinen) bir kitabı olmaksızın helâk etmedik. مَّا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ ﴿٥﴾ 5.Mâ tesbiku min ummetin ecelehâ ve mâ yeste'hırûn(yeste'hırune). Hiçbir ümmet, ecelini evvele alamaz ve tehir edemez (geciktiremez, sonraya alamaz). وَقَالُواْ يَا أَيُّهَا الَّذِي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ إِنَّكَ لَمَجْنُونٌ ﴿٦﴾ 6.Ve kâlû yâ eyyuhâllezî nuzzile aleyhiz zikru, inneke le mecnûn(mecnûnun). Ve: "Ey kendisine zikir indirilen! Gerçekten sen, mutlaka mecnunsun (delisin)." dediler. لَّوْ مَا تَأْتِينَا بِالْمَلائِكَةِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ ﴿٧﴾ 7.Lev mâ te'tînâ bil melâiketi in kunte minas sâdıkîn(sâdıkîne). Eğer sen sadıklardansan, bize melekleri getirmen gerekmez miydi? مَا نُنَزِّلُ الْمَلائِكَةَ إِلاَّ بِالحَقِّ وَمَا كَانُواْ إِذًا مُّنظَرِينَ ﴿٨﴾ 8.Mâ nunezzilul melâikete illâ bil hakkı ve mâ kânû izen munzarîn(munzarîne). Biz hak ile olmaksızın melekleri indirmeyiz. O taktirde onlara mühlet de (zaman da) verilmez. إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ ﴿٩﴾ 9.İnnâ nahnu nezzelnâz zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne). Muhakkak ki zikri (Kur'ân-ı Kerim'i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz. وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِي شِيَعِ الأَوَّلِينَ ﴿١٠﴾ 10.Ve lekad erselnâ min kablike fî şiyaıl evvelîn(evvelîne). Ve andolsun senden önce, evvelki toplumlara da (resûller) gönderdik. وَمَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلاَّ كَانُواْ بِهِ يَسْتَهْزِؤُونَ ﴿١١﴾ 11.Ve mâ ye'tîhim min resûlin illâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne). Onlara (hiç) bir resûl gelmedi ki; onunla alay etmiş olmasınlar. كَذَلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ ﴿١٢﴾ 12.Kezâlike neslukuhu fî kulûbil mucrimîn(mucrimîne). İşte böylece onu (alay etmeyi), mücrimlerin kalplerine sokarız. لاَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الأَوَّلِينَ ﴿١٣﴾ 13.Lâ yu'minûne bihî ve kad halet sunnetul evvelîn(evvelîne). Evvelkilerin sünneti (adeti) gelip geçtiği halde onlar, ona (resûle) îmân etmezler. وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا مِّنَ السَّمَاء فَظَلُّواْ فِيهِ يَعْرُجُونَ ﴿١٤﴾ 14.Ve lev fetahnâ aleyhim bâben mines semâi fe zallû fîhi ya'rucûn(ya'rucûne). Ve onlara semadan bir kapı açsak, böylece oradan yükselseler (çıksalar) bile. لَقَالُواْ إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَّسْحُورُونَ ﴿١٥﴾ 15.Le kâlû innemâ sukkiret ebsârunâ bel nahnu kavmun meshûrûn(meshûrûne). Mutlaka: "Sadece gözlerimiz bağlandı (engellendi, gerçeği göremiyoruz). Hayır, biz büyülenmiş bir kavimiz." demiş olacaklar. وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاء بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ ﴿١٦﴾ 16.Ve lekad cealnâ fîs semâi burûcen ve zeyyennâhâ lin nâzırîn(nâzırîne). Andolsun ki; Biz semada burçlar kıldık. Ve bakanlar için onu süsledik. وَحَفِظْنَاهَا مِن كُلِّ شَيْطَانٍ رَّجِيمٍ ﴿١٧﴾ 17.Ve hafıznâhâ min kulli şeytânin racîm(racîmin). Ve Biz, onu taşlanmış (kovulmuş) şeytan(lar)ın hepsinden muhafaza ettik. إِلاَّ مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُّبِينٌ ﴿١٨﴾ 18.İllâ menisterakas sem'a fe etbeahu şihâbun mubîn(mubînun). Ancak kim duyma hırsızlığı yaptıysa (gaybî bilgileri çalmak istediyse), o zaman onu açıkça yakıcı bir ateş parçası takip etti. وَالأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ شَيْءٍ مَّوْزُونٍ ﴿١٩﴾ 19.Vel arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ ravâsiye ve enbetnâ fîhâ min kulli şey'in mevzûn(mevzûnin). Ve yeryüzü; onu uzattık (yaydık) ve oraya büyük dağlar koyduk. Ve orada her şeyden (bütün bitkilerden) mevzun (birbiriyle orantılı) olarak bitkiler yetiştirdik. وَجَعَلْنَا لَكُمْ فِيهَا مَعَايِشَ وَمَن لَّسْتُمْ لَهُ بِرَازِقِينَ ﴿٢٠﴾ 20.Ve cealnâ lekum fîhâ meâyişe ve men lestum lehu bi râzıkîn(râzıkîne). Sizin için de, sizin rızıklandırılanlar olmadığınız kimseler için de, maişetler (geçim kaynakları) kıldık. وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ عِندَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلاَّ بِقَدَرٍ مَّعْلُومٍ ﴿٢١﴾ 21.Ve in min şey'in illâ indenâ hazâinuhu ve mâ nunezziluhû illâ bi kaderin ma'lûm(ma'lûmin). Hazinesi bizim yanımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Malûm (bilinen) bir kaderi (takdir edilmiş miktarı) olmaksızın onu indirmeyiz. وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ ﴿٢٢﴾ 22.Ve erselnâr riyâha levâkıha fe enzelnâ mines semâi mâen fe eskaynâkumûhu, ve mâ entum lehu bi hâzinîn(hâzinîne). Ve Biz, rüzgârları (yağmur) yüklü olarak gönderdik. Böylece semadan su indirdik de, sizi onunla suladık. Ve onun (suyun) hazinelerini (denizleri, nehirleri, toprak altı ve toprak üstü su kaynaklarını, gölleri) oluşturan siz değilsiniz. وَإنَّا لَنَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ ﴿٢٣﴾ 23.Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnul vârisûn(vârisûne). Ve muhakkak ki; Biz, sadece Biz hayat veririz. Ve Biz öldürürüz. Ve varis olanlar da Biziz. وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِرِينَ ﴿٢٤﴾ 24.Ve lekad alimnâl mustakdimîne minkum ve lekad alimnâl muste'hırîn(muste'hırîne). Andolsun ki; sizden evvelkileri biliyoruz. Ve andolsun ki; sonrakileri de biliyoruz. وَإِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْ إِنَّهُ حَكِيمٌ عَلِيمٌ ﴿٢٥﴾ 25.Ve inne rabbeke huve yahşuruhum, innehu hakîmun alîm(alîmun). Ve muhakkak ki; senin Rabbin, O, onları haşreder (huzurunda toplar). Muhakkak ki; O, Hakîm'dir, Alîm'dir. وَلَقَدْ خَلَقْنَا الإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ ﴿٢٦﴾ 26.Ve lekad halaknâl insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin). Andolsun ki; Biz insanı, "hamein mesnûn olan salsalinden" (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık. وَالْجَآنَّ خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ مِن نَّارِ السَّمُومِ ﴿٢٧﴾ 27.Vel cânne halaknâhu min kablu min nâris semûm(semûmi). Ve cânn; onu, daha önce semûm'un ateşinden yarattık. وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ ﴿٢٨﴾ 28.Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin). Rabbin meleklere şöyle demişti: "Ben mutlaka, "hamein mesnûn olan salsalin"den (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) bir beşer (insan) halkedeceğim." فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ ﴿٢٩﴾ 29.Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne). Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın! فَسَجَدَ الْمَلآئِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ ﴿٣٠﴾ 30.Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne). Böylece meleklerin hepsi birden, toplu olarak secde etti. إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى أَن يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ ﴿٣١﴾ 31.İllâ iblîs(iblîse), ebâ en yekûne meas sâcidîn(sâcidîne). İblis hariç. Secde edenlerle beraber olmaktan (direnerek) kaçındı. قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلاَّ تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ ﴿٣٢﴾ 32.Kâle yâ iblîsu mâ leke ellâ tekûne meas sâcidîn(sâcidîne). Allahû Tealâ şöyle buyurdu: "Ey iblis! Sen niçin secde edenlerle beraber olmadın?" قَالَ لَمْ أَكُن لِّأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ ﴿٣٣﴾ 33.Kâle lem ekun li escude li beşerin halaktehu min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin). (İblis:) "Ben, hamein mesnun (standart bir şekil verilmiş, organik dönüşüme uğramış) olan salsalinden halkettiğin bir beşere secde etmem (eden olmam)." dedi. قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ ﴿٣٤﴾ 34.Kâle fahruc minhâ fe inneke recîm(recîmun). (Allahû Tealâ şöyle) buyurdu: "Hemen oradan çık! Muhakkak ki; sen bu sebeple kovuldun." وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ ﴿٣٥﴾ 35.Ve inne aleykel lâ'nete ilâ yevmid dîn(dîni). Ve muhakkak ki; lânet, dîn gününe (karşılıkların, ceza veya mükâfatın verildiği güne) kadar senin üzerinedir. قَالَ رَبِّ فَأَنظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ ﴿٣٦﴾ 36.Kâle rabbi fe enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne). (İblis): "Rabbim, öyleyse bana beas gününe (diriltilecekleri güne) kadar zaman ver." dedi. قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنظَرِينَ ﴿٣٧﴾ 37.Kâle fe inneke minel munzarîn(munzarîne). (Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: "Öyleyse sen, gerçekten mühlet (süre) verilenlerdensin." إِلَى يَومِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ ﴿٣٨﴾ 38.İlâ yevmil vaktil ma'lûm(ma'lûmi). Malûm olan (bilinen) vaktin gününe kadar. قَالَ رَبِّ بِمَآ أَغْوَيْتَنِي لأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الأَرْضِ وَلأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ ﴿٣٩﴾ 39.Kâle rabbi bi mâ agveytenî le uzeyyinenne lehum fîl ardı ve le ugviyennehum ecmeîn(ecmeîne). (İblis şöyle) dedi: "Rabbim, beni azdırmandan dolayı, onlara mutlaka yeryüzünde (azgınlığı) süsleyeceğim ve mutlaka onların hepsini azdıracağım." إِلاَّ عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ ﴿٤٠﴾ 40.İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne). "Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." قَالَ هَذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَقِيمٌ ﴿٤١﴾ 41.Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun). Allahû Tealâ şöyle buyurdu: "İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur." إِنَّ عِبَادِي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ إِلاَّ مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاوِينَ ﴿٤٢﴾ 42.İnne ıbâdî leyse leke aleyhim sultânun illâ menittebeake minel gâvîn(gâvîne). Azgın olanlardan (iğvaya düşürdüklerinden) sana tâbî olan kimseler hariç, muhakkak ki; benim kullarım üzerinde senin bir sultanlığın (gücün) yoktur. وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ أَجْمَعِينَ ﴿٤٣﴾ 43.Ve inne cehenneme le mev'ıduhum ecmaîn(ecmeîne). Ve onların hepsine vaadedilen yer, elbette, mutlaka cehennemdir. لَهَا سَبْعَةُ أَبْوَابٍ لِّكُلِّ بَابٍ مِّنْهُمْ جُزْءٌ مَّقْسُومٌ ﴿٤٤﴾ 44.Lehâ seb'atu ebvâb(ebvâbin), li kulli bâbin minhum cuz'un maksûm(maksûmun). Onun (cehennemin) 7 kapısı vardır. Her kapı için onlardan taksim edilmiş (bölünmüş) bir grup vardır. إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ ﴿٤٥﴾ 45.İnnel muttekîne fî cennâtin ve uyûn(uyûnin). Muhakkak ki; takva sahipleri, cennetlerin içinde ve pınarlar başındadırlar. ادْخُلُوهَا بِسَلاَمٍ آمِنِينَ ﴿٤٦﴾ 46.Udhulûhâ bi selâmin âminîn(âminîne). Emin olarak, selâm ile oraya (cennete) girin! وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ إِخْوَانًا عَلَى سُرُرٍ مُّتَقَابِلِينَ ﴿٤٧﴾ 47.Ve neza'nâ mâ fî sudûrihim min gıllin ıhvânen alâ sururin mutekâbilîn(mutekâbilîne). Ve onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip çıkardık. Onlar, kardeş olarak karşılıklı tahtlar üzerindedirler. لاَ يَمَسُّهُمْ فِيهَا نَصَبٌ وَمَا هُم مِّنْهَا بِمُخْرَجِينَ ﴿٤٨﴾ 48.Lâ yemessuhum fîhâ nasabun ve mâ hum minhâ bi muhracîn(muhracîne). Onlara, orada bir yorgunluk dokunmaz. Ve onlar, oradan çıkarılacak değildirler. نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ ﴿٤٩﴾ 49.Nebbi' ibâdî ennî enel gafûrur rahîm(rahîmu). Kullarıma haber ver. Muhakkak ki; Ben Gafur'um (mağfiret edenim) ve Rahîm'im (rahmet edenim, rahmet nuru gönderenim). وَ أَنَّ عَذَابِي هُوَ الْعَذَابُ الأَلِيمَ ﴿٥٠﴾ 50.Ve enne azâbî huvel azâbul elîm(elîmu). Ve muhakkak ki; Benim azabım; o, elîm (çok acı) bir azaptır. وَنَبِّئْهُمْ عَن ضَيْفِ إِ بْراَهِيمَ ﴿٥١﴾ 51.Ve nebbi'hum an dayfi ibrâhîm(ibrâhîme). Ve onlara, İbrâhîm (a.s)'ın misafirlerinden haber ver. إِذْ دَخَلُواْ عَلَيْهِ فَقَالُواْ سَلامًا قَالَ إِنَّا مِنكُمْ وَجِلُونَ ﴿٥٢﴾ 52.İz dehalû aleyhi fe kâlû selâmâ(selâmen), kâle innâ minkum vecilûn(vecilûne). Onun yanına girdikleri zaman: "Selâm (olsun)" dediler. (İbrâhîm a.s) şöyle dedi: "Gerçekten biz sizden korkuyoruz." قَالُواْ لاَ تَوْجَلْ إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلامٍ عَلِيمٍ ﴿٥٣﴾ 53.Kâlû lâ tevcel innâ nubeşşiruke bi gulâmin alîm(alîmin). (İbrâhîm (a.s)'ın misafirleri) şöyle dediler: "(Siz) korkmayın! Muhakkak ki; biz seni, bir âlim (erkek) çocuk ile müjdeliyoruz." قَالَ أَبَشَّرْتُمُونِي عَلَى أَن مَّسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ ﴿٥٤﴾ 54.Kâle e beşşertumûnî alâ en messeniyel kiberu fe bime tubeşşirûn(tubeşşirûne). "Bana ihtiyarlık gelmişken mi beni müjdeliyorsunuz? Böyleyken ne ile müjdeliyorsunuz?" dedi. قَالُواْ بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلاَ تَكُن مِّنَ الْقَانِطِينَ ﴿٥٥﴾ 55.Kâlû beşşernâke bil hakkı fe lâ tekun minel kânıtîn(kânıtîne). "Biz seni hak ile müjdeledik. Artık 'ümit kesenler'den olma." dediler. قَالَ وَمَن يَقْنَطُ مِن رَّحْمَةِ رَبِّهِ إِلاَّ الضَّآلُّونَ ﴿٥٦﴾ 56.Kâle ve men yaknetu min rahmeti rabbihî illâd dâllûn(dâllûne). "Dalâlette olanlardan başka, kim Rabbinin rahmetinden ümidini keser?" dedi. قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ ﴿٥٧﴾ 57.Kâle fe mâ hatbukum eyyuhâl murselûn(murselûne). Şöyle dedi: "Ey elçiler! Bundan sonra sizin konuşacağınız konu nedir?" قَالُواْ إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ ﴿٥٨﴾ 58.Kâlû innâ ursilnâ ilâ kavmin mucrimîn(mucrimîne). "Muhakkak ki; biz, mücrim (günahkâr) bir kavme gönderildik." dediler. إِلاَّ آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ ﴿٥٩﴾ 59.İllâ âle lût(lûtın), innâ le muneccûhum ecmaîn(ecmaîne). Lut'un ailesi hariç, muhakkak ki; Biz onların hepsini mutlaka kurtaracağız. إِلاَّ امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ ﴿٦٠﴾ 60.İllâmraetehu kaddernâ innehâ le minel gâbirîn(gâbirîne). Onun hanımı (kadını) hariç. Çünkü onun mutlaka geride kalanlardan (helâk olacaklardan) olmasını takdir ettik. فَلَمَّا جَاء آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ ﴿٦١﴾ 61.Fe lemmâ câe âle lûtınil murselûn(murselûne). Böylece, gönderilmiş olan resûller (elçiler), Lut'un ailesine geldiği zaman... قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ ﴿٦٢﴾ 62.Kâle innekum kavmun munkerûn(munkerûne). (Lut (a.s) şöyle) dedi: "Muhakkak ki; siz tanınmayan bir kavimsiniz (yabancı bir topluluksunuz)." قَالُواْ بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُواْ فِيهِ يَمْتَرُونَ ﴿٦٣﴾ 63.Kâlû bel ci'nâke bi mâ kânû fîhi yemterûn(yemterûne). "Hayır, biz, onların hakkında şüphe ettikleri şey ile sana geldik." dediler. وَأَتَيْنَاكَ بَالْحَقِّ وَإِنَّا لَصَادِقُونَ ﴿٦٤﴾ 64.Ve eteynâke bil hakkı ve innâ le sâdikûn(sâdikûne). Ve biz sana hakkı getirdik. Ve muhakkak ki; biz sadıklarız (doğru söyleyenleriz). فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِّنَ اللَّيْلِ وَاتَّبِعْ أَدْبَارَهُمْ وَلاَ يَلْتَفِتْ مِنكُمْ أَحَدٌ وَامْضُواْ حَيْثُ تُؤْمَرُونَ ﴿٦٥﴾ 65.Fe esri bi ehlike bi kıt'ın minel leyli vettebı' edbârahum ve lâ yeltefit minkum ehadun vamdû haysu tu'merûn(tu'merûne). Hemen ailenle, gecenin bir kısmında yürüyerek yola çıkın! Onların arkasından, onları takip et. Sizden hiçbiriniz arkasına dönüp bakmasın. Ve emrolunacağınız yere gidin. وَقَضَيْنَا إِلَيْهِ ذَلِكَ الأَمْرَ أَنَّ دَابِرَ هَؤُلاء مَقْطُوعٌ مُّصْبِحِينَ ﴿٦٦﴾ 66.Ve kadaynâ ileyhi zâlikel emre enne dâbira hâulâi maktûun musbihîn(musbihîne). Ve onların "arkası kesilmiş (nesli tükenmiş)" olarak sabahlayacakları (helâk olup yok olacakları) emrini, ona bildirdik. وَجَاء أَهْلُ الْمَدِينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ ﴿٦٧﴾ 67.Ve câe ehlul medîneti yestebşirûn(yestebşirûne). Ve şehir halkı, birbirini müjdeleyerek geldi. قَالَ إِنَّ هَؤُلاء ضَيْفِي فَلاَ تَفْضَحُونِ ﴿٦٨﴾ 68.Kâle inne hâulâi dayfî fe lâ tefdahûni. (Lut a.s) şöyle dedi: "Muhakkak ki; bunlar benim misafirlerimdir. Artık beni mahçup etmeyin(utandırmayın)." وَاتَّقُوا اللّهَ وَلاَ تُخْزُونِ ﴿٦٩﴾ 69.Vettekullâhe ve lâ tuhzûni. Allah'a karşı takva sahibi olun, sakının. Beni alçaltmayın (rezil etmeyin). قَالُوا أَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَمِينَ ﴿٧٠﴾ 70.Kâlû e ve lem nenheke anil âlemîn(âlemîne). "Biz seni elâlemin (başkalarının) işine karışmaktan nehyetmedik (men etmedik) mi?" dediler. قَالَ هَؤُلاء بَنَاتِي إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ ﴿٧١﴾ 71.Kâle hâulâi benâtî in kuntum fâilîn(fâilîne). Şöyle dedi: "Eğer düşündüğünüzü yapacaksanız işte bunlar, benim kızlarım." لَعَمْرُكَ إِنَّهُمْ لَفِي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿٧٢﴾ 72.Le amruke innehum le fî sekretihim ya'mehûn(ya'mehûne). Ömrüne andolsun ki; muhakkak ki, onlar sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı. فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِقِينَ ﴿٧٣﴾ 73.Fe ehazethumus sayhatu muşrikîn(muşrikîne). Böylece, müşrikleri (güneş doğduğu vakit orada bulunanları) bir sayha (korkunç bir ses dalgası) aldı, yakaladı. فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن سِجِّيلٍ ﴿٧٤﴾ 74.Fe cealnâ âliyehâ sâfilehâ ve emternâ aleyhim hıcâraten min siccîl(siccîlin). Böylece onun (o beldenin) üstünü altına getirdik. Onların üzerine siccîl'den (öldürücü) taşlar yağdırdık. إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّلْمُتَوَسِّمِينَ ﴿٧٥﴾ 75.İnne fî zâlike le âyâtin lil mutevessimîn (mutevessimîne). İşte bunda, ibretle izleyenler için, elbette deliller vardır. وَإِنَّهَا لَبِسَبِيلٍ مُّقيمٍ ﴿٧٦﴾ 76.Ve innehâ le bi sebîlin mukîm(mukîmîn). Ve muhakkak ki o gerçekten, yol üzerinde mukîmdir (hâlâ durmaktadır). إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لِّلْمُؤمِنِينَ ﴿٧٧﴾ 77.İnne fî zâlike le âyeten lil mu'minîn(mu'minîne). Muhakkak ki; bunda mü'minler (nefslerinin kalbine îmân yazılmış olanlar) için elbette deliller (ibretler) vardır. وَإِن كَانَ أَصْحَابُ الأَيْكَةِ لَظَالِمِينَ ﴿٧٨﴾ 78.Ve in kâne ashâbul eyketi le zâlimîn (zâlimîne). Eyke halkı da gerçekten zalim idiler. فَانتَقَمْنَا مِنْهُمْ وَإِنَّهُمَا لَبِإِمَامٍ مُّبِينٍ ﴿٧٩﴾ 79.Fentekamnâ minhum, ve innehumâ le bi imâmin mubîn(mubînin). Bu sebeple onlardan da intikam aldık ve muhakkak ki; ikisi de (iki şehir de) gerçekten, açıkça bir rehberdir (gelecek nesillere ibrettir). وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ الحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ ﴿٨٠﴾ 80.Ve lekad kezzebe ashâbul hicril murselîn(murselîne). Andolsun ki; Hicr halkı, gönderilen resûlleri yalanladı. وَآتَيْنَاهُمْ آيَاتِنَا فَكَانُواْ عَنْهَا مُعْرِضِينَ ﴿٨١﴾ 81.Ve âteynâhum âyâtinâ fe kânû anhâ mu'rıdîn(mu'rıdîne). Onlara âyetlerimizi (mucizelerimizi, delillerimizi) verdik. Fakat onlar, ondan yüz çevirdiler. وَكَانُواْ يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا آمِنِينَ ﴿٨٢﴾ 82.Ve kânû yanhıtûne minel cibâli buyûten âminîn(âminîne). Ve onlar, dağlardan (sağlamlığına) güvenilir evler (yontarak) oyuyorlardı. فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ ﴿٨٣﴾ 83.Fe ehazethumus sayhatu musbıhîn(musbıhîne). Böylece sabah vaktine erenleri (sabaha çıkanları), bir sayha (korkunç bir ses) yakaladı. فَمَا أَغْنَى عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَكْسِبُونَ ﴿٨٤﴾ 84.Fe mâ agnâ anhum mâ kânû yeksibûn(yeksibûne). Böylece, iktisab ettikleri (kazanmış oldukları) şeyler, onlara bir fayda vermedi. وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلاَّ بِالْحَقِّ وَإِنَّ السَّاعَةَ لآتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَمِيلَ ﴿٨٥﴾ 85.Ve mâ halaknâs semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakk(hakkı), ve innes sâate le âtiyetun fasfehıs safhal cemîl(cemîle). Biz semaları ve yeryüzünü ve o ikisinin arasındaki şeyleri, başka bir şey için yaratmadık. Ancak hak ile yarattık. Ve muhakkak ki; o saat (kıyâmet) mutlaka gelecektir. Artık onlardan güzellikle yüz çevir. إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلاَّقُ الْعَلِيمُ ﴿٨٦﴾ 86.İnne rabbeke huvel hallâkul alîm(alîmu). Muhakkak ki; senin Rabbin, O; yaratan ve bilendir. وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِّنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ ﴿٨٧﴾ 87.Ve lekad âteynâke seb'an minel mesânî vel kur'ânel azîm(azîme). Ve andolsun ki; sana mesânî(ikinci)den 7'yi (7'liyi, 7'li olarak) ve Kur'ân-ul Azîm'i verdik. لاَ تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّنْهُمْ وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ ﴿٨٨﴾ 88.Lâ temuddenne ayneyke ilâ mâ metta'nâ bihî ezvâcen minhum ve lâ tahzen aleyhim vahfıd cenâhake lil mu'minîn(mu'minîne). Onlardan bir kısmına çifter çifter (bol bol) met'a olarak verdiğimiz şeylere gözlerini dikme. Onlar için mahzun olma. Mü'minlere (kalplerine îmân yazılmış olan kimselere) kanatlarını indir (mutevazi ol, himaye et). وَقُلْ إِنِّي أَنَا النَّذِيرُ الْمُبِينُ ﴿٨٩﴾ 89.Ve kul innî enen nezîrul mubîn(mubînu). "Ve muhakkak ki; ben apaçık (uyaran, açıklayan, beyan eden) bir nezirim." de. كَمَا أَنزَلْنَا عَلَى المُقْتَسِمِينَ ﴿٩٠﴾ 90.Ke mâ enzelnâ alâl muktesimîn(muktesimîne). Muktesimlere (kısım kısım ayıranlara) indirdiğimiz gibi. الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ ﴿٩١﴾ 91.Ellezîne cealûl kur'âne ıdîn(ıdîne). Onlar, Kur'ân-ı Kerim'i parça parça kıldılar. فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِيْنَ ﴿٩٢﴾ 92.Fe ve rabbike le nes'elennehum ecmaîn(ecmaîne). Artık Rabbine andolsun ki; onların hepsine mutlaka soracağız. عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٩٣﴾ 93.Ammâ kânû ya'melûn(ya'melûne). Yapmış oldukları şeylerden. فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ ﴿٩٤﴾ 94.Fasda' bi mâ tu'meru ve a'rıd anil muşrikîn(muşrikîne). Artık emrolunduğun şeyi açıkça bildir. Ve müşriklerden yüz çevir. إِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئِينَ ﴿٩٥﴾ 95.İnnâ kefeynâkel mustehziîn(mustehziîne). Muhakkak ki; Biz, alay edenlere karşı sana kâfiyiz (yeteriz). الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّهِ إِلهًا آخَرَ فَسَوْفَ يَعْمَلُونَ ﴿٩٦﴾ 96.Ellezîne yec'alûne meallâhi ilâhen âhar(âhara), fe sevfe ya'lemûn(ya'lemûne). Allah ile beraber başka ilâh kılanlar (kabul edenler), artık yakında bilecekler (öğrenecekler). وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّكَ يَضِيقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَ ﴿٩٧﴾ 97.Ve lekad na'lemu enneke yadîku sadruke bi mâ yekûlûn(yekûlûne). Andolsun ki; Biz, onların söylediklerinden dolayı senin göğsünün daraldığını biliyoruz. فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ ﴿٩٨﴾ 98.Fe sebbih bi hamdi rabbike ve kun mines sâcidîn(sâcidîne). Öyleyse Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ ﴿٩٩﴾ 99.Va'bud rabbeke hattâ ye'tiyekel yakîn(yakînu). Ve sana "yakîn" gelinceye (son yakîne, Hakk'ul yakîne, Allah'a köle olmaya ulaşıncaya) kadar Rabbine kul ol!
|