Günlerden bir gün adamın birisi camiye elinde kocaman bir bıçakla camiye dalar ve cemaata sorar: – Müslüman olan birisi var mı? Cemaat korkudan sesine çıkaramaz, sessizlikten sonra yaşlı bir amca ayağa kalkar: – ben Müslümanım der. Bıçaklı adam ve yaşlı amca camiden çıkar, dışarıdaki inek sürüsünü gösterip: – Amca şunları kurban edeceğim fakat ben beceremedim yardım edebilir misin der. Yaşlı amca baya bir kurbanlık kestikten sonra ben yoruldum başka birisini bul der. Adam bu sefer kanlı bıçaklı camiye girer ve sorar: – Aranızda başka Müslüman var mı? Bıçakların kanlı olduğunu gören cemaat yaşlı amcayı kestiğini düşünür ve daha çok korkarak bir anda caminin imamına bakar, imam: – Ne bakıyorsunuz ula birkaç rekat namaz kırdırdık diye hemen Müslüman mı olduk? İki Olasılık Temel ile Dursun konuşuyorlardı... Temel Dursun'a sorar: – Savaş çıkarsa poku yedik galiba. Dursun düşündü: – İki olasılık var, dedi. Ya çıkar ya çıkmaz. Çıkmazsa mesele yok, çıkarsa iki olasılık var: Ya çürüğe çıkarız ya askere alınırız. Çürüğe çıkarsak mesele yok, askere alınırsak iki olasılık var: Ya geri cephe ya ileri cephe. Geri cephede kalırsak mesele yok, ileri cepheye gidersek iki olasılık var: Savaşı ya kazanırız ya kaybederiz. Kazanırsak mesele yok, kaybedersek iki olasılık var: Ya esir düşeriz ya ölürüz. Esir düşersek mesele yok, ölürsek iki olasılık var: Ya gömerler ya kağıt fabrikasına yollarlar. Gömerlerse mesele yok, kağıt fabrikasına yollarlarsa iki olasılık var: Ya gazete kağıdı ya tuvalet kağıdı. Gazete kağıdı olursak mesele yok, tuvalet kağıdı olursaaak... İşte o zaman poku yedik Temel!... Hepsi Senin Olsun Platonik aşk yaşayan adamın birinin hayalleri gerçek olur; en çok sevdiği yıldız ile karşı karşıyadır, fırsat bu fırsat derken yıldız bayana sorar: – Saçınızdan bir tutam bana verirseniz size 100 dolar veririm! Yıldız: – Hımmm 500 dolar verirsen bütün peruk senin olsun. Deli Hastanesi Bir gün bir bilim adamı yılbaşı nedeniyle hastaneleri gezip akıllanan delileri salmaya karar vermiş. Bir sürü hastaneyi gezmiş fakat hiç akıllandığına kanaat getirilen deliye rastlamamış. En sonunda bir hastaneye gitmiş birde bakmış ki bütün deliler zıplıyor. Hemen onlarla ilgilenen doktorlara sormuş: – Bunlar neden böyle zıplıyorlar? Doktor: – Bunlar kendilerini mısır patlağı zannediyorlar, demiş. Birde bakmışlar ki bir tanesi zıplamadan yatağın üzerinde sabit bir şekilde duruyormuş. Hemen ona yaklaşarak sormuş: – Sen neden zıplamıyorsun? Deli: – Ben tavaya yapıştım... Karıştırmadın Ki İki deli havuzun başında oturuyorlarmış. Biri kalkıp havuza şeker atmış. Havuzdan bir yudum almış ve tükürmüş. Arkadaşına: – Havuza şeker attım ama tatlı olmadı... Arkadaşı: – Karıştırmadın ki salak! Çift Bir gün temel çift görüyormuş, Dursun'da tek gözünü kapatsana, demiş. Sekreterimi Bekliyorum Öğretmen öğrencilerine; eğer büyük bir firmanın müdürü olurlarsa ne yapacakları konusunda bir kompozisyon yazmalarını ister. Öğrenciler tüm dikkat ve ciddiyetlerini takınarak yazmaya başlarlar. Ancak aralarından biri yazmaz. Öğretmen fark edince sorar; – Neden yazmıyorsun evladım? Öğrenci cevap verir. – Sekreterimi bekliyorum. Uyanık Hırsız Adamın biri sokakta yürüyen milyonere sorar: – Efendim herhangi bir yerde polise rastladınız mı? – 'Hayır' dedi zengin adam. – öyleyse cüzdanınızı hemen bana vereceksiniz. Karma Karışık Öğretmen öğrencisine sorar: – Dünya yuvarlak mıdır? – Hayır! – Peki düz müdür? – Hayır! – Peki nasıldır evladım? – Babam karma karışık olduğunu söyler. Şaka Yapıyorsun Adamın biri iş başvurusunda bulunmuş. Görüşmeye çağırmışlar; görüşme esnasında yönetici sormuş; – Peki beklentilerin ne? Seni ne tatmin eder? Arkadaş saymaya başlamış; – Öncelikli olarak bir araba istiyorum, ayrıca şu anda bulunduğum dairenin kirası biraz fazla onu da şirketin karşılaması iyi olur, maaş olarak da 3000 dolardan aşağı çalışmam... Şirket yöneticisi, dinler ve – Biz sana son model bir Cherokee ve Trabya'da bir villa vereceğiz, ayrıca bizim bu pozisyonumuz için planladığımız maaş 6000 dolardı, demiş. Bizim elemanın gözleri fırlamış; – Şaka yapıyorsunuz, demiş. Şirket yöneticisi yapıştırmış; – Önce siz başlattınız... Meraktan Aynanın karşısına geçip de gözlerini kapatan Temel'e ne yaptığını sormuşlar; – Hiçççç... uyurken kendimin nasıl göründüğünü merak ediyorum daa... Dişi Mi Erkek Mİ? Nasrettin Hoca'ya sormuşlar; Hz. Nuh'un gemisine zeytin dalını getiren güvercin dişi miydi erkek miydi? Hoca hemen cevabı yapıştırır. Mutlaka erkek. Dişi olsaydı: çenesini uzun zaman kapalı tutamazdı. Lütfen Şikayet Etmeyin Temel bir gün karşıdan karşıya geçmeye çalışıyordu. Oradan geçmekte olan bir araç Temel'e çarptı. Arabanın sahibi yalvarmaya başlar. – Lütfen benden şikayetçi olmayın size 1000 dolar veririm. Temel bundan hoşlanır ve derki; – buradan sık sık geçiyor musunuz? Aradaki Fark Nedir? Öğretmen öğrencisine sorar: – Kaza ile şansızlık arasındaki fark nedir? Öğrenci cevap verir. – Eğer karnem dereye düşerse bu bir kazadır, Ama onu dereden çıkaran olursa bu şansızlıktır. Güzellik Mi Aptallık MI? Temel'e arkadaşları sormuş: – Güzellik mi, aptallık mı? Hangisini seçersin? – Aptallık, demiş. – Neden? – Güzellik geçicidir daa... İki Saat Oturdum Kaldım Temel ile Dursun sohbet ediyordu: Dursun söyler: – Düşünebiliyor musun Temel dün bir saat kadar asansörde kilitli kaldım. – o da bir şey mi, der Temel; – geçen hafta markette elektrikler kesilince yürüyen merdivende üç saat boyunca oturmak zorunda kaldım. Bir Daha Tartıl Temel, temin ettiği küçük baskülle gelip – geçeni tartıp geçimini sağlıyordu. Müşterilerinden biri; Ula tart beni pakayım, kaç kilo gelıyrum, diyerek basküle çıkar, Otomatik baskülün göstergesinde kaç kilo geldiğini öğrenir ve çıkarıp Temel'e 100 bin lira verir. Tarı ücreti 50 bin liradır. Temel, ötesini -berisini araştırır, ceplerinin içini dışına çevirir. Paranın üstünü bulup veremez. Müşterisine ne önerir beğenirsiniz: – Hemşerum, bozuk param yok, bir daha tartıl da fit olalım.
Siz Direğinizi Alın İlkokul müdürü Temel , okulunun daha bir fark edilmesi için hazırlattığı yön levhasını anayol üzerindeki elektrik direğine astırınca TEK yönetiminden resmi bir yazı alır. Yazıda elektrik direğine levha asmanın izne ve kiraya tabi olduğu belirtiliyor ve levhanın ya indirilmesi ya da belli bir ücretin ödenmesi isteniyordu. Yazıyı okuyan müdür Temel, kısa ve özlü yanıtını mektupla verir. – Biz levhamuzdan memnunuz. Siz direğunuzi oradan alın!
Seni Öyle Yaşatırım ki...
Devlet dairesinde memur olarak çalışan Temel bir gün kurum değiştirmek için müdürün karşısına çıkar, meramını anlatır: – Hapishanede gardiyan olmak isteyrım Temel, müdürünün de yardımlarıyla ceza evindeki işine başlamak üzere eski işyerina müdürü ile vedalaşmaya gelir. Müdürü Temel'e takılır: – oğlum işine bu kadar yardımcı olduk. Şimdi gidiyorsun, ne bir kuru teşekkür ediyorsun, ne de Allah razı olsun diyorsun. Bu ne biçim iştir? Temel saf saf yanıt verir: – Ey gidi müdürüm, senin bende emeğin çoktur. Teşekkür da bişey mi, sen bi içeri düş, bak ben seni nası kuru üzümle beslerim.
Tüm Bebek
Çocuğu olmayan biri Dr. Temel'e başvurur. Temel, hastasını bir güzel muayene ettikten ve tahlil raporlarını gördükten sonra, müşterisinin dünyasını hepten karartmamak için önerisini söyler: -Bak hemşerum, mümkün değil senin uşağın olmaz. Ha böyle çok samimi arkadaşun yok midur? yanıt verir bey var, ama onun da uşağı olmayi...
Hangisi olsun?
Temel iş hanında çay ocağını işletmektedir. Üst katlardaki iş yerlerinden biri seslendi – Temel efendi, dört çay yap!... Biri açık olsun... Çaycı Temel yanıt verir: -Abi hangisi açık olsun?
Hangisi?
Temel diş doktoru olmuştur. Günlerden bir gün arkadaşı Cemal, endişe içinde Temelin muayenehanesine gider. – Ula öliyrım, dişim çok kötü ağriyi... Temel, hangi dişinin ağrıdığını sorar ve Cemal, sağ alt çene dişlerini gösterip; – Habu sıradaki dişlerin biri ağrıyi... der ve kesin olarak hangi dişin ağrıdığını gösteremez. Dişçi Temel, "Dur sana yardımcı olayım" deyip eline kerpeteni alır ve gösterilen sıradaki dört dişi çekip Cemal'in önüne koyar: – Ha bak bakayım, habunlardan hangisi ağrıyi da de baa!...
Abulama acıyrım
Temel'in eniştesi uzun zamandır prostat hastasıydı. Şikayetleri artınca, Temel eniştesini tanıdık bir doktora götürür. Doktor önce şikayeti dinler, ardından da sıkı bir muayene yapar ve teşhisini koyup ilaçlarını yazar. Çıkarken de hastasına: – Unutma, rahatlaman için sık sık boşaltman lazım, diye tavsiyede bulunur. Temel, eniştesi ile birlikte dalgın dalgın sokakta yürürken arkadaşı Cemal'e rastlar. Cemal sorar: – Ula nedir habu haln... Bişe mi oldi? Daha ne olacak, habu eniştemun prostatı azdı. – O da bişey mi, herkeste var, deyince Temel'in yanıt şöyle olur: – Ulu ben enişteme yanmayrım, abulamın çekeceği eziyete üziliyrım.
Ne deyi, bak bakalum...
Temel, turistik bir otelde resepsiyon memurudur. Görevde iken dahili telefon çalar, belli ki odalarda kalan turistlerden biri bir şeyler istemektedir. Telefonu açan Temel: Okey sör, yes sör... Vıy mösyö... derken yanıtının doğruluğunu da başını 'evet' anlamında sallıyordu. Uzun süren konuşma sonunda telefonu kapatan Temel yanındaki yabancı dil bilen arkadaşından rica etti: – Yahu, ya bak bakalum, 420'deki turist ne isteyi..
Eczacılar düşünsün
Temel ile Fadime ocak başında sabahleyin sohbet ederken kapı zili acı acı çaldı. Fadime kapıyı açmaya giderken Temel arkasından seslendi: – Gelenler kimdur? Fadime de bunun üzerine gelenleri tek, tek sayar: – Uyy Teyzom gelmiştur, halam yaninda. Dayım, emicem, balduzim, uşakları, hepicuğu gelmişler, deyince Temel kendi kendine söylendi: – Eczaci düşunsin, anlaşılan bi kaç hafta doğum kontrol hapi kullanamiyacağum.
Ne olacak boşboğaz
emel'i durduran trafik polisi – On dakika önce kırmızı ışıkta geçtiniz beyefendi, deyince Temel sorar: Kim deyi benum kırmızı işukta geçtuğumi? Trafik polisi nazikçe: Beş kilometre ötede başkomiserimiz var, o telsizle bize bildirdi. Direksiyondaki Temel ne desin begenirsiniz? – Ula amma da boşboğaz başkomiserunız varmiş ha... Ağzinda pakla islanmayi...
Anana veririm
Temel epey yaşlanmışti. Arkadaşı Cemal ise ona bu ne- denle sataşıyordu Ula Temel, ölürken haber ver da öbür dünyadaki bobama anama seninlan mektup yollayayım. Temel kurnazca gülümser: – Olur, olur da bobağin bulamazsam anağan verırım, der.
Geçen yil elmaydı
Trabzon'a bağlı ilçelerden birinin adliyesinde iki hakim tartışıyorlardı. Karakolun arkasındaki büyük ağaç kiraz mıdır, yoksa armut mudur? Bir karar veremeyince hakimlerden biri; Biz niye böyle tartışıyoruz. Çay ocağı işleticisi Temel'i çağırıp ona soralım. Sorarlar: Temel efendi, karakolun arkasındaki şu görünen ağaç ne ağacıdır? Temel, az önce çay servisi yaparken kulak ucuyla tanık olduğu tartışmada taraf olmamak ve hakimleri birbirine düşürmemek için en politik yanıtını verir: -Valla hakim beylerim, hau görünen ağaç geçen yıl elma ağacıydı.
Şanssızluk!
Temel ihtiyarlamış, diz ağrılarına çare bulunur ümidi ile doktora gitmişti. İyi bir muayeneden sonra doktor: Amca, siz yaşlısınız, dizlerinizde damar sertliği var. Ama bunun tedavisi yoktur. Şayet perhiz yaparsanız biraz olsun rahatlarsınız, der. Temel, bir an düşünür ve sonra sorar: – Toktor bey, ya bak benum habu şansıma. Damar sertluğu bacağuma vuracağuna hau önemli yerime vuramaz mi idu?
Habu yaştan sonra mı?
Habu yastan sonra mı? Temel ile Fadime hayli zamandır birbirlerine aşıktılar. Fadime evlenmek istiyor, ama Temel bu konuda ihmalkar davranıyordu. Ama yine de yıllar böyle geçmişti. Bir gün Fadime evlenme konusunu Temel'e açtı: – Temelcuğum, artuk evlensak, sen ne dersin? Temel bu, kolay kolay tuzağa vurur mu, başını 'hayır' anlamına gelir şekilde salladıktan sonra şöyle yanıt verdi: – Doğri deysın Fadimecuğum ama, habu yaştan sonra bizi kim alır he?
Biri geliyor, biri çekiliyor
Temel, oğlu Cemal'in küçük yaşta sayı saymasını geliştirmek için onu görevlendirmişti. – Oğlum, say bakalum, bir saat içinde deniz kıyısına kaç dalga gelecek. Baba Temel, bir saat sonra sonucu öğrenmek için Cemal'in yanına gidip sorar: – Uşağım saydun mi? Küçük Cemal oldukça sinirliydi: – Yahu boba, nesıni sayayim. Kıyiya bi dalga gelıyi, tam saymaya başlayrım, ikincısi gelırken, birincisi geri gideyi.
2 Hop, 1 Buyur
Temel çok acıkmıştı. Lokantaya gider, masaya oturur ama garson bir türlü yanına gelmez. Sonunda Temel seslenir: – Hey garson! . Hop! Garson yine gelmez. Garson efendi! – Hoop! Yine gelen yoktur. Son bir kez daha seslenir: – Oğlum garson! – Buyur. Fakat Garson yine gelmez. Temel, durumu şikayet etmek için kasaya bakan patronun yanına gider. Patron: Ne yediniz amca? – 2 Hop... 1 Buyur!
Var mısın bahse?
Köy kahvehanesinde akşamcılar toplanmışlar, kimi kağıt oynuyor, kimi de pinekliyordu. Kağıt oynayanlardan Cemal saatine bakarak; – Vay anasını saat 12 ye geliy... Habu saattan sonra kari bizi eve almaz, dedi. Kahvehanenin diğer köşesinde oturmuş olan Temel, selesinde sattığı elmaları Cemala göstererek, Cemal kardaşım, al haburadan bir okka elma, o zaman yengem seni eve alır, diye öneride bulundu. Cemal gülerek; Bilsam ki kari beni eve alacak, haçan bi okka değil, on okka elma bilem alırım. Temel'in soruna bakışı daha başkadır: Var misın bahse? Sen iki okka elmayi al baa ver, gideyim sizin eve, bak bakayım yengem beni eve aly mi, almay mi?
Ara, ara ama...
Temel, alış – veriş için Rus pazarına gider. Gürcü bayan satmak için getirdiği tüm eşyalarını bir valizin içine doldurup teşhir ediyordu. Temel, valizin içinde işine yarayan bir şey var sa almak için habire karıştırıyor ama aradığını bulamıyordu. O sırada Gürci kadın da kendi diliyle sık sık yok' anlamına gelen, Ara... Ara!... diyordu. Kadın 'ara... ara...' sözlerini arayıp bulma anlamında yorumlayan Temel sonunda dayanamayıp patladı: Ara... ara... deysın, ama bişe yok, ne arayayim de baa...
Köpek + balık...
Temel'in İstanbul'dan gelen konukları muhteşem villasını gezerken bayanlardan biri sordu: – Kız Fadime, siz çıldırdınız mı? Fadime konuğunun şaşkınlığını anlamıştı. Açıkladı: – Kız ne yapalum... Habu kocam Temel var ya, tuttur ki köpek besleyelim deyin... Ben da paluk besleyelim dedum. Soninda üç aşağı beş yukarı köpekbaluğunda karar kılduk.
Toptan bi defada
Temel ilkokul müdürüdür . Okulların açık olduğu bir dönemde kendisinin görüşü alınmadan tüm öğretmenlerinin nakilleri yapılmış, okulda yapayalnız kalmıştı. Kafası bozulan Temel sonunda telefonla Milli Eğitim İl Müdürlüğü'nü arayıp sordu: Müdür beyim, haçan haburda yapayalnuz kaldım. Uşaklar okuma bekleyi, siz da bi dünya yazi yazup cevap isteysunuz, diye sitem etti. Karşı telefondaki müdürün sesi rahatlatıcıdır: – Vaziyeti idare et evladım Temel'in yanıtı ise şöyledir: – Olur müdür beyum, haçan bütun yazılara yıl sonunda toptan bi defada cevap veririm.
Ölisi bile...
Temel'in eşi Fadime ve arkadaşları akşamdan toplanıp mısır koçanı ayıklıyorlardı. Herkes kendi kocasını överken Fadime de kocasını övdü: – Temel tıpkı paluk gibin yüzer, dedi. Tam o sırada koşarak gelen bir çocuk Temel'in takasının firtunada alabora olduğunu söyler. Fırtına bir yana, zifiri karanlık nedeniyle herhangi bir kurtarma çalışması yapılamaz. Aradan üç gün geçtikten sonra Temel'in cesedi karaya vurur. Arkadaşları Fadime ye hatırlatırlar: – Hani, Temel'un paluk gibin yüzerdi? Fadime sinirli sinirli yanit verir: Gözünuz kör midur, görmey misunuz? Kocamın ölisi bile yüzerek kıyıya geldi. Siz isa baa hala inanmaysunuz.
Sen bilmeysun!
Doğu Karadeniz deki yayla şenliklerine katılan Ankaralı bir yurttaş, oluşturulan geniş horon halkasının yarattığı neşeli ortamda kendini tutamaz, Temel'i koluna ilişip horona girer. Ankaralı horon oynamayı bilmediği için daha ilk hareketinde uyumu bozduğunu gören Temel sabredemez ve kolundaki konuğunu uyarır: – Ula hemşerum, sen bu horoni bozaysın, çık dışarı...
Yalansa o zaman...
Temel çevresini saran gençlere cesaret aşılıyordu Siz istersenuz her işte başarili olursunuz. – Mesela, pen Ay'a çiktuğum zaman... Gençlerden biri kendini tutamayıp kıs kıs gülünce, -Ama haşimdik ayıp edeysunuz . İnanmaysanuz , çikun Ay'a bakun. Eğer kırkbeş numara ayakkabim izi yoksa, gelın habu yüzüme tükürun.
Bunu mu getiririm?
Temel , yaşlı ve çirkin karısı Fadime ile bir iş için İstanbul'a gider. Konaklama amacı ile bir otele girer ve oda ister. Resepsiyon memuru Temel'den evlenme cüzdanı isteyince, sinirlenen Temel; Ula baa baksana. Ben habu otele kari getırsam habuni mi getırırım? diye Fadimeyi gösterir.
Yıln yemeği
Fadime'nin pişirdiği kuru fasulye 'Dünya Yılın Yemeği Yarışmasında birinci seçilmişti. Jüri yemeği nasıl pişirdiğini sorduğundan Fadime tarif ediyordu: – ondan sonra biraz da limon kolonyasi katacaksun. Jüriden bir üye hayretle nedenini sorunca, Fadime'nin yanıtı şöyle olur: – Kocam Temel, günde üç oyin kurifasülye yer. Haçan kolonya katmazsan yanında nasil yatarum, deyin baa?...
Arabanız mı var?
Turistik otele gelen müşteri kapıda görev yapan Temel'e sordu Garajınız açık mı? Hazır cevap Temel'in yanıtı şöyledir: Uyyy... Yoksa sizun arabanuz mi var?
Köpeğe ihtiyaç yok
Evi ormanın hemen kenarında bulunan Fadime'ye İstanbul'dan gelen konuğu Nazime tavsiyede bulunuyordu: Fadimecuğum, benden saa akıl olmasun ama, bir köpeğunuz olsa iyi olur. Haburada yabani hayvanlardan korkmay misunuz? Hiç olmazsa bi tüfek bulundurun evde. Fadime oldukça rahat bir havada yanıt verdi arkadaşına: – Ey gidi Nazime, korktuğun gibi değil. Bizum Temel oyle bi horlay ki, ormandaki heyvanlarun hepisi kaçacak deluk arayi...
Vururim oni...
Temel, garsonluk için açılan sınava girmişti. Sınav komisyonu üyeleri Temel'in sinirlilik durumunu ölçmek için sorarlar: – Bak, Temel sen garson olacaksın. Masadakiler fazla içip sana ters davranırlarsa ne yaparsın? Temel hiç düşünmeden ve en emin şekilde yanıt verir: – Ne yapacağum, usuli dairesinde aşağı alırım.
Zelzele ye karyolalar
Sarp sınır kapısının açıldığı dönemde Doğu Karadeniz'de turistik oteller Nataşalarla dolup taşıyordu. Bir sabah Temel ile arkadaşı Cemal turistik bir otelin önünden geçerken kapı önüne atılmış hasarlı karyolaları görürler: – Cemal Uyyy... Habu karyolalara ne oldi haboyle? diye sordu Temel dudak alundan kis kis güldükten sonra: -Ya bak habu kafaya... Dün gece zelzele oldi, senun haberun yok mi? Bú yanıt karşısında Cemal daha da şaşır. Ama bizum ev hiç sarsılmadi. İşte tam sırasıdır. Temel bu kez taşı gediğine koyar: – Ula kafasuz Cemal, zelzele otelde oldi, otelde...
Niye Dursunali?
Temel'i babası azarlıyordu Ula sen aptal misun? Beş uşağın adi da aynı olur mi? Başka ad mi yokti? Temel kendini savunur: – Ama boba, sen her zaman Dursun emicam ila Ali dayimun yarum akilli olduğını söylemez miydun? Uşaklarım tam akilli olmasi içun meçburen hepsine Dursunali adını verdum.
Yeni Bitiyor
Rize deki ilkokulların birinde öğretmen resim dersinde çay bitkisinin resmini yapmalarını öğrencilerinden istemişti Dersin sonlarına doğru tüm sıraları gezip öğrencilerinin resimlerini gören öğretmen küçük Temel'in yanına gelince hayretini gizleyemeyip sorar: – Oğlum Temel, hani senin resmin? öğretmenum aha, görmey misın? Temer, (A4) kağıdı ebatındaki resim kağıdının ortasına sadece bir nokta koymuş, onu gösteriyordu. -Oğlum bunun neresi çay?, – Öğretmenim görmey misın, o daha ufacuk, büyüycek.
Sus!.. Sus!..
Temel, Devlet Hastanesinde check up yaptırmıştı. Dışarıda sonucu merakla bekleyen arkadaşı Cemal, Temel'e sordu: – Ne oldi?, ne oldi? Temel sus işareti yaparak Cemal'in kulagina eğilip fısıldadı: -Gizlu şeker... -Neee? – -Gizlu şeker... -ula anladum.. Anladum ama, niye kulağuma fısıldaysun oni, oni anlamadım. Temel sonunda patlar: -Ula amma kalın kafalisun, gizlu şeker deyruk da... Giz-lu şe-ker.
13 Ay...
Öğretmen Hayat Bilgisi dersinde Yeni yıl' ünitesini işlerken bir yılda kaç ay, kaç gün ve kaç hafta bulunduğunu da öğretmişti. Öğretmen öğrenim seviyelerini saptamak için sınıfta ki öğrencilere teker teker soruyordu. Sıra Temel'e gelince ona da sordu: – Temel yavrucuğum, söyle bakayım, bir yılda kaç ay vardır? Temel hiç düşünmeden yanıtlar: – 13 öğretmenim... Ama oğlum, ben geçen derste 12 ay var demedim mi? Demesine dedin öğretmenim ama, evde babam da sordi, ben 12 dedım. -Doğru demişsin. – Hayır öğretmenım, doğri demedım, bobam enseme şamari indirup, remezan'ı unutıysın deyip, yılın 13 ay olduğuni söyledi.
Ayri ayri uğraşmaktansa...
Bir Ramazan günü İstanbul'daki Yeni cami etrafında dolaşan Temel; bir sürü dilenciden sakat birinin: – Büyük Allah'ım dizlerime derman ver yürüyeyim, gözlerime nur ver göreyim, kulağımı aç işiteyim, diye durmadan dua ettiğini duyunca dayanamaz: – Ya bak habu ahmak kafaya... Allah'un başka işi yok da senin her bir yerin lan ayri ayri mi uğraşacak. Yapar yenisıni da olur biter, dedi.
Ezberlemiyecekmiş...
Az önce bayiden gazete alan Temel, biraz sonra aynı gazeteden dört tane daha almak isteyince tezgahtar merakla sordu: -Az önce aynı gazeteden bir tane almıştın. Şimdi bu dört gazeteyi ne yapacaksın? Temel: – Ezberleyeceğumi mi sandun, anlamay misın da?!
Gene peynir ve yağ yiyesi geldi
Fi tarihinde Karadeniz de ulaşım deniz yoluyla yapılıyordu. Güzel bir havada motorlarına tereyağı ve peynir yükleyerek denize açılmışlardı. Yarı yolda deniz birdenbire patlamış, kuduran dalgalar motoru bir fındık kabuğu gibi oradan oraya sürüklüyordu. Yağ fiçıları, peynir tenekeleri hep denize dökülmüştü. Zor şer Zonguldak limanına girip karaya çıktıklarında Topal İlyas bir daha denize açılmamak için "üçten dokuza şart" etmişti. Bir kaç gün sonra deniz sakinleşmiş, adeta bir çarşaf gibi olmuştu . Arkadaşı Temel , Topal İlyas'ı kandırıp tekrar yola çıkmak istiyordu. Temel, ısrarla: Ula bak... Denuz tümdüz duruyi, hayde gidelm daa, diye sıkıştırıyordu. Topal İlyas ise kararlıydı: -Ula inanma. Denuzun gene peynir ve yağ yiyesi var da onin içun tümdüz duruyi... Anlamay misu- nuz....
Ey gidi eski günler...
Evliliklerinin üzerinden 40 yıl aşkın bir zaman geçmişti. Bir sabah Fadime, kocası Temel'e: -Ula hiç uyutmadın beni gece... Sabaha kadar horladın durdun, diye sitem etti. Nüktedan olduğu kadar hazır cevaplığı ile de ün yapan Temel, eşinin bu sitemi karşısında kıs, kıs güldükten sonra şöyle yanıt verdi: – Ey giyi ey... Habu benım horlamaların eskiden saa hep muzik gibi gelırdı... Eskiduk değil mi?
Gözüme bakarsan...
Temel Kozlu da çalışıyordu. Memleketten yeni gelmiş olan hemşehrisi Zonguldak'a nasıl gidileceğini ona sordu. Temel, Zonguldak'a gidiş yolunu tarif ederken hemşehrisi bön bön gözünün içine bakar durur. Temel tarifini bitirince, hemşehrisi Ula olayım canuğan, anlamadum, de baa bi daha... diye yakarır. Sabri tükenen Temel patlayıverir: – Kafasuz adam, gözume bakarsan saplanursun ha şu dağa, elimun ucuna bakarsan gidersın Zongul- dak'a... Anladın mi?
Senin niyetin bozuk!
Temel tüccardır. Herkes onu dürüstlüğü, çalışkanlığı, iyilikseverliği ile tanır. Kardeşi Cemal de öyledir.İki kardeş birlikte ticaret yaptıkları dönemde evin ihtiyaçlarını ilçe pazarından daha ucuza sağlıyorlardı. Ağabey Temel, kardeşi Cemale ilçede pazarın kurulduğu günlerden birinde; Cemal, bir hafta pazardan alış verişi sen yap. Pazarcı kadınlarla iyi pazarlık yap, aldatmasınlar SENİ, diye tembihledi. Tembihledi ama Cemal'in yanıtı hiç de beklenilen şekilde olmaz: -Ben karilarlan pazarluk edemeyrım, utanıyrım. Şakacı, nüktedan Temel burada da altta kalmaz, Cemal'in ağzının payını verir: Senin niyetin bozuk, elbette pazarluk edemezsın!
Habu boyumlan...
Kasabanın kahvesine iri yarı, elinde bir de kamçı olan birisi girerek oturanlara sorar: – İçinuz da Temel hanginuzdur? Bir dakika önce gürültüden kaynayan kahvede nefesler tu tulmuş, çıt çıkmamaktadır. Öte başta oturanlardan ufak tefek biri ayağa kalkarak; – Penum, ne olacak? dedi. Bunun üzerine soran adam; "Penum" diyeni bir güzel, evire – çevire patakladıktan sonra hiçbir şey söylemeden çekip gitti. Kahvedekiler; – Yahu, sen Temel değil, Ahmet'sın. Niçun hau heriften dayak yedun? diye sorunca dayak yiyen Hasan; – Habu boyumlan kandırdum oni; anlayın da... dedi.
Oy gözuni sevduğumun ati...
Temel, bir gün İstanbul'da hipodroma gider. At yarışı yapıldığını görünce, nasıl oynandığını öğrenir ve müşterek bahise girer. Yarış başlar. Temel'in üzerine oynadığı at en sondadır ama O yine neşelidir. Kaybetmiş olmanın yürek ezikliğiyle şöyle der: – O gözuni sevduğumun atına bak. At deduğun ha boyle olur, bakın bütün atlari nasil katarlayi (kovalıyor).
İnceluğa bak
Temel, İstanbul'a yeni gelmişti. Gittiği her yerde yerel şive ile konuştuğundan garipseniyor, kimileri de dudak ucuyla gülüp küçümsüyorlardı. Buna fena halde içerleyen Temel sonunda dayanamayıp parladı: – Ula baa bakın bakayım... Siz dersuğuz fındık, biz deruk finduk, siz dersuğuz avukat, biz deruk abukat, siz dersuğuz amca, bir derik emice... Habunun hangisu kaba? Bizdeki inceluğa bak, inceluğa...
Tabanca kime yakışır?
Fi tarihinde Tonya'nın Karşular Mahallesi'nde düğün yapılıyordu. Gelenek gereği erkekler tabancalarını çekip havaya ateş ediyor ve bir yerde tabancalarının üstünlüğünü göstermeye çalışıyorlardı. O sırada komşu ilçelerden birinden gelip düğüne katılan Şakir adındaki konuk, tabancasını çekip bir şarjör mermiyi birbiri ardına havaya saydırınca Temel, yanındaki Cemal'i dürttü; – Habu adam da kimdur, ilk defa göriyrim? Cemal, ateş edenin komşu ilçeden Şakir olduğunu söyleyince Temel; – Yazuk tabancaya, yazuk!... diyerek görüşünü belirtir.
Geldim da gitmeyrim
Temel 10 günlüğüne İstanbul'a gidecekti. Daha ucuz olur düşüncesiyle denizyolunu tercih edip Kadeş vapuru için gidiş -, dönüş bileti alır. İstanbul'a 10 gün için gelen ve aradan 1 ay geçtikten sonra Temel'e rastlayan arkadaşı Cemal sorar: – Ula Temel, hani 10 günlüğüne geldıydın, gidiş – dönüş bileti aldıydın? Temel, dudak ucuyla güldükten sonra yanıtını verir; – Sorma Cemal, Tenuz Yollarina kazuk attum. Cemal, şaşkın şekilde sorar: – Nasi ettun o işi he? – Piletumi gidiş – geliş aldıydım ya; geldım ama gitmeyrım, Tenuz Yolları peklesun dursun beni...
Sen gıdıklanmaz mıydın?
Karadeniz kadını inek beslemeyi sever. Fadime, ilk kez doğum yapan 'Sarıkız' adlı ineğini sağıp sütünü almak istediği her girişiminde inekten yediği tekmeler sonucu maşrabası bir yana, kendisi öte yana düşmektedir. Yaşadığı kötü durum kocası Temel'e anlatan Fadime çözüm sorar: – Ula habu sığır baa süt vermeyi... Tekmeleyi... Ne yapayım? Temel her zaman ki nüktedanlığı ile akıl verir: – Ece Fadime, ben habu bizum sığıra hak verıyrım. Evlendığımızun ilk günlerinde ben senin memene tutardım da sen beni tokatlamaz mıydın?
Çakallar mi yesun oni?
Katil suçundan yargılanıyordu. Hakim: – Arkadaşını vurduktan sonra karayemiş dalına asmışsın, neden yaptın bunu? Anlat bakalım deyince Temel: – Üyy hakim bey, asmayaydım da çakallar mi yiyeydi oni?.. der.
Unutkanlık
Temel, eskiyen şapkasını yenilemek için köyünden yürüyerek yola çıkar. Evinin bir kilometre kadar aşağısındaki oto yoluna indiğinde evde birşey unutmuş olacak ki, oğlu Cemal'e varsesiyle çağırmaya başlar: – Ulaaa Cemaaaal! – Ulaaa Cemaaaal! Cemal yanıt verir: – Ne vat bubaaaa! – Ula habu kafamun ölçisini yastuğun altunda unuttum. Çabuk getir oni baa!
Vermedunuz ki isteysınuz
Temel, sürücü ehliyetlerinin Emniyet Müdürlüklerince verildiği dönemde ehliyetten önce araba almıştı. Bu nedenle de ehliyetsiz araba kullanıyordu. Bir gün trafik kontrolünde yakalanır ve polis evrakını ister: – Lütfen ehliyetinizi veriniz? Temel, cezayı yiyecektir bunu bilir ama, derdini de söylemeden edemez: – Eee ha bu olmadi memut bey. Baa ne zaman ehliyet verdunuz da isteysunuz?
Hesap tuzlu olunca...
Temel, ilk kez geldiği İstanbul'da lokantaya gider. Yeriçer, hesabı ister. Gelen pusulada 'garsoniye' rakamını görünce garsonu çağırır: – Uşağum habu nedur? Çorba içtum, köfte yedum, salata da... Hepisi doğr... Habu garsoniye da nedur? Pen yemeğu yalınız yedim, siz gatsoni da ortak ettunuz. O halde bölun hesabi ikiye bakayım.
Kızdi baa herhalde...
Temel, Trabzon'da sinemaya gider. Gişeden bilet alır. Gösterim kapısından tam içeri girerken kontrol görevi yapan kişi bileti elinden alıp yırtar. Temel buna akıl erdiremez. Gişeye döner, yeniden bir bilet alır. Kapıdan girerken biletini tekrar yırtarlar. Tekrar gişeye döner, üçüncü kez bilet alırken gişedeki görevli durumu fark eder ve sorar: – Sen demin bilet almadın mı? Yoksa karaborsa mı yapıyorsun? Ne yaptın demin ki bileti? Temel, derdini anlatır. Yahu ben bilet alıytım, kapıdaki adam bağa kızmiş herhalde, bileti elimden alıp yıttayi oni... Baa bi bilet daha ver, belkim bu sefer yırtmaz!...
Başıma dert olursun
Temel, İstanbul Mahmutpaşa'da işportacılık yaparken aynı meslekten İdris ile kapışır. Yumruklar, tokatlar birbirini izlerken, sıkışan İdris belinde – ki tabancaya asılır. Temel ise Sürmene yapısı bıçağını çekerken, İdris'e seslenir: – Yoo dur bakalım... Tabancan alışmazsa başıma dert olursun, sen de biçak al da gel...
Radyo da dinlensin
Kurtuluş günü nedeniyle TRT Trabzon Bölge Radyosu kemençe, davul, zurna havaları çalıyordu. Meydan Parkı bu ne- denle uklım tklımdı. Saatlerce süren bu yayınla herkes adeta mest olmuştu. İki dakika önceye kadar radyoyu pür dikkat dinleyen Temel, batı müziğinin başlamasıyla adeta irkilerek kendine geldi. Sonra parka hizmet eden garsonlardan birine seslendi:- Ula uşağum, azacuk yanıma gelsana... Garson, müşterinin birşey ısmarlayacağını sanarak Tem- el'e sordu: – Buyrun efendim, birşey mi emtettiniz? Temel, epey yorgunluk ifadesiyle şöyle dedi: Uşağum habu sizun radyonun ayari iyi giderken birden bozuldi. Herhalde kafasi şişdi. Kapatta biraz dinlensun...
Niye yok midur?
Temel, gazetecilikte daha adaylık dönemini yaşamakta ve Trabzon'dan İstanbul'daki haber merkezine telefonla haber yazdırmaktadır. Ancak, telefon hatlarındaki arıza nedeniyle söyledikleri karşı taraftan anlaşılamamaktadır. Haber merkezindeki şef anlayamadığı 'Trabzonspor' sözcüğünün kodlanarak söylenmesini ister. Temel, başlar:Trabzon'un (T) si... – Tamam. – Trabzon'un (R)'si... – Trabzon'un (A) st... Trabzon'un (B)' si... deyince şimdiye değin susan karşı taraftaki şef; – Oğlum Temel, sen ne diyorsun. Ne biçim kodla- ma bu böyle? diye çıkışınca Temel kendinden emin şu yanıtı verir: – Ne deysun şefim, Trabzon'da babu harfler yok midir? ©
Hoppala!...
Temel, tanıklık yapmak için mahkemeye çıkar. Hakim, hüvviyet tesbiti için belli sorular sormaya başlar. Doğum tari. hi, doğum yeri, baba adi, ana adı gibi... Anasının adının sorulması Temel'in tuhafına gider; o da ha- kime sorar:Benum anamun adıni mi soraysın hakim bey? Hakim biraz bozulur ve Yok, benimkini... der. Bunun üzerine Temel, rahatlar. Haçan hakim bey, ben senun anağun aduni nere- den bileceğum.
Aldatamadım
Temel de diğer komşuları gibi geçimini denizden sağlar. Takasi ile çıktığı balık avından her seferinde bol avla dönerken, nedense son seferinde hiçbir şey yakalayamaz. Akşam eve döndüğünde eşi Fadime sorar: – Ula Cemal, hani paluklar? Temel, balık avlayamadığı için üzgündür ama, karam- sarlığının eşini de etkilemesini istemez, işi şakaya vurur: – Ne yapayım Fadime... Habu pen bugüne kadar baluklari aldattum; şimdi ise onlar peni... Vurmadiler oltama...
Nasi anlarum?
Temel, yeni aldığı şemsiyeyi terziye götürür, bir delik açmasını ister. İster ama, terzi bunun anlamsız olduğunu, ya- parsa şemsiyeye yazık olacağını söyler ve ilavç eder: – Beni dinlersen, şemsiyeye delik açmayalım. Temel, kararlıdır ve itiraz eder: – Ula, ne anlamaz adamsun, yağmurun dinduğuni sonra nasil anlayacağum?
Sığırlardan da becit misin?
Karadeniz kadınının inek beslediğini ve ineğini çok sev: diğini herkes bilir. Temel'in eşi Fadime de inek hastasıdır. Bir akşam üzeri ahıra inip ineklerine yal verdiği sırada eve gelen Temel, mutfaktan seslenir:Kuuz Fadimcce!... Çabuk sofrayi kur! Çok ac oldum. Fadime ahırdan doğru yanıt verir: – Götmey misın haburda işim var. Sığırlara yal veriyrım. Sen sığırlardan becit misun, otur da bekle!.
O zaman binmezduk
İstanbul'da Beşiktaş – Eminönü otobüsüne binen Temel ayakta kalmıştı. Üstelik otobüs yağmur nedeniyle tıklım tıklım doluydu. Yol boyu her durakta inenden çok binen vardı. Bi- letçi de bir yandan:İlerleyelim arkadaşlar... İlerleyelim!... diye ikaz ya- parak gelen yolculara yer sağlıyordu. Her durakta aynı şekilde ikaz yapan biletçiye kızan Temel, sonunda dayana- mayıp sesini yükseltti: Has deysın, eyi deysın, ilerleyelum, yürüyelim deysun ama, haçan yütüyeceğduk o zaman otobosü binmezduk.
Büyük – küçük farkı
Temel, iyi bir yönetici, kültürlü bir ilkokul müdürüdür. Günlerden bir gün, birinci sınıfların eğitim çalışmalarını izlemek için sınıfa girer. Öğretmen karatahtaya, (yeni yıl gel- di) fiş cümlesini asmıştır. Ancak, cümle başı olan (Y) harfi büyük, yani kapital olarak değil (y) şeklinde küçük harf olarak yazılıdır. Müdür Temel, öğretmene sessizce: – Hocam, o (y) harfi büyük yazılmayacak mıydı? Öğretmen fiş cümlesindeki (yeni yıl geldi) yazısının tüm sınıfın uzaktan rahatça okunması için büyük şekilde yazmıştı. Bu görüşle Müdür Temel'e: – Müdür beyim, görmüyor musunuz büyük büyük yazdım. – Yoook... O (y) harfi o haliyle büyük değildir. – Canım, daha ne kadar büyük yazacaktım Müdür Bey! – Kardeşim, bu (y) harfinin bu haliyle lm. 2m. hatta tavandan döşemeye değin uzatsan yine de küçüktür, anla artık.
Çürük kafa
Köy merasının taksimi işinde çıkan kavgada Temel, arka- daşı Cemal'in kafasını yarmış iş mahkemeye intikal Gtmişti. Mahkemede C. Savcısı iddianameyi okuduktan sonra sıra Temel'in savunmasına gelince masumane şöyle dedi: – Uyy Hakim bey, ben ne bileyim habunun ka- fasının habu kadar çürük olduğun... Bi vurdum kafasi içine geçti...
Bedava haber yok
Temel nüktedanlığı ile sevilen – sayılan ve aranılan bir kişiliğe sahiptir. Uzun süre ortaklıkta görünmeyen Temel'e çarşı ortasında rastlayan arkadaşı Cemal nükte ile karışık sataşır: – Ula Temel, seni öldi dedilerdi, nereden çıktın geldin böyle? Her zamanki hazırcevaplılığı ile tanınan Temel gülümsedikten sonra şöyle dedi: -Açıkgöz... Bobandan haber soraysan, ver kahve paralarını da konuşalım. Öyle bedavadan haber yok.©
Hani reçeten?
Temel'in çalıştığı eczane o gece nöbetçiydi. Her zamanki gibi müşteriler tek tük geliyordu. Gecenin ilerleyen saatinde eczanenin kapısı tekme gürültüsü ile açıldı ve içeriye elinde tabanca olan maskeli bir soyguncu girerek, Temel'e seslenir: – Kasadaki paraları çabuk boşalt!... Temel, işin ciddiyetini kavramıştır ama yine de söylemeden edemez: – Ula deli misun, nesun? Hani reçeten?
Amorti niye yok?
Temel, Spor – Toto oynamıştı. 13 artı 1 tutturup köşe ol- mak istiyordu. Bir hafta boyu çeşitli hayaller kurdu bu nedenle Hafta sonunda tüm maçlar oynanmış sonuçlar ilan edilmişti. Temel, yine hüsrana uğramış, ancak son iki maçı tutturabilmişti. Yeniden Spor – Toto oynamak için gittiği bayiye sordu: – Haboyle iş olur mi hiç? Son iki maçı bildum, amor- tisi bilem yok...
Nuh tufanında taka...
Temel, her konuşmasında kendi sülalesinin çok eskilere dayandığını iddia ediyordu. Yine böyle bir konuşmasında ipin ucunu o kadar kaçır dı ki; Bizum sülale Yusuf Peygambere kadar gideyi, der. Arkadaşları Temel'in bu denli atmasına içerlerler ama gugırın sürmesi için havayı bozmazlar, Dinleyenlerden Cemal atılır: – Ula çok ataysın... Nerdeyse sülaleğun Nuh Pey- gamber'in gemisune binduğuni söyleyecesun... Bu sözlere alınan Temel, söz altında kalmaz, yanıtını şöyle verir; O kadar da değil, bizumkilerun o zamanlar kendi takalari var imiş...
Zam geldi de...
Temel çok kötü şekilde üşütmüş, o nedenle de hasta- lanmıştı. Arkadaşları arabaya atıp doktora götürdüler. Doktor, Temel'i bir güzel muayene ettikten sonra onu getiren arkadaşlarına "Bi dakika..." deyip onları muayene odasının dışına çağırdı. Belli ki, Temel duyup morali bozulmasın diye hastalığın ciddiyeti konusunda arkadaşlarına birşeyler söylecekti. Bir – iki dakika sonra doktor odaya girip reçete yazmaya başlayınca Temel de elbiselerini giymiş, ayakkabılarının bağını bağlarken sordu: – Toktor bey, aca kaç metreluk kefen yazaysın? Ke- fcnc zam geldi da...
Patlama... Biletçi bilir.
İlk defa İstanbul'a gelen Temel ile Cemal tramvaya biner- ler. Biletçi her durakta durak adlarını söyledikçe yolcular da iner. Biletçi bağırdıkça inenleri gören ve henüz İstanbul'u bil- mediği için heyecanlanan Cemal arkadaşı Temel'e; Ula, biz nerede ineceğuk? diye sorar. Temel, arkadaşını küçümseyerek yanıtlar: – Patladun mi? Helbette bezum da ismimuzi soyleyecak, piletçi nerede ineceğumuzi bilur.,
Ördeğin beline geliyor
1990 yılı Haziran'ında Karadeniz'de büyük sel felaketi yaşanmıştı. Bu.nedenle dereler / çaylar taşmış, çevresine büyük zarar vermiş, çoğu köprüler sele kapılmıştı. Temel ile Cemal selden sonra köye döneceklerdi ama sel, köyün köprüsünü alıp götürmüştü. Dere kenarına gelen Te- mel ile Cemal çaresiz ne yapacaklarını düşünürken, Cemal birden atıldı: – Uyy!... Temel ya bak ha şu ördeğa... Yüzup karşiye geçti. Onun kadar olamayruk. Temele yanıt vermeye fırsat vermeyen Cemal, kendini sel sularını attı. Tabii ki Cemal sel sularını kapılıp giderken 'İmdaaat!' diye bağırması boşunaydı. Biraz sonra Temel'in ahlanıp / vahlanıp ağladığını görenler nedenini sordular. Tem- el, Cemal'in sel sularına kapıldığını üzüntü ile anlattıktan sonra; – Ben da bişey anlamadım. Demincek karşiya bir ördek geçti. Su ancak beline kadar gelıyidi. Cemal suya daldi, kayboldi – gitti.
Ahmak mi sandun beni?
Fi tarihinde Temel, radyo satan bir dükkanın önünden geçerken kulağına kemençe sesi gelir. Derhal dükkandan içeri girer ve sesin radyodan geldiğini öğrenir. Radyonun £i- yatını Sorar ve satın alır. Radyocu radyonun nasıl çalıştığını bir güzel anlatır ve Temel'i uğurlar. Temel, akşam köydeki evine gider, radyosunu kurar ve istasyonu çevirir. Fakat radyodan kemençe sesi yerine alafranga müzik sesi gelir. Buna fena bozulan Temel, ertesi gün soluğu radyocuda alır ve hışımla sorar: – Ya bak baa bakayım, sen beni ahmak mi sandun? Habu radyo kemençe çalınayi!...
Oyleysa
Hava birdenbire karışmış, kocaman dalgalar Temel'in ta- kasını oradan oraya sürüklüyordu. Tayfalar telaş içindeyken Temel sesi çıktığı kadar bağırdı: – Aca nereyeyuk? Pusulayi ncttunuz? Çabuk baa bi pusula!... Oraya – buraya koşuşan tayfalar elleri boş olarak döner ve sorarlar: – Pusulayi bulamaduk, haçan ne geturelım? Temel, kocaman dalgaların arasında pek zavallı kalan teknesine bakarak: – Oyle isa 'Kelime-i şahadet' geturun!... der.
Vuracasın oni...
Temel, kendisinden ayrılacağını söyleyen nişanlısı Fa- dime'ye çok fena kızmıştı. Barışmak için nişanlısıyle geziye çıkan Temel, bir süre sonra sorar:- Anladum, artuk beni sevmeysın. Peki, kimi seveysın, nerede oturıyi? Fadime, Temel'in niyetini yorumlar; Diyeyim da gidup vur oni, oyle mi? Temel, hiç oralı değilmiş gibi ayrılmak isteyen nişanlısını yanıtlar: – Habua bak... Niye da öldüreceğum. Nişan yüzuklerımi satacağum ona...
Baa tenzilat yok midur?
Temel, son işlediği suçtan ötürü yargılanıyordu. Hakim, son duruşmada Temel'in daha önceki suçlarından ötürü yasa gereği bu kez katlamalı ceza vereceğini öğrenen Temel mah- keme zabıt katibine "Dur... Dur!..." dedikten sonra hakime sordu: – Hakim beycuğum... Güya ben hbaburanun kıdemlisiyım. Baa tenzilat yapmayıp da kime yapaca- sun doğrisi merak edeyrım...
Madem Okur – Yazardın...
Eski Başbakanlardan Rahmetli Hasan Saka, 1950 seçim öncesi Trabzon'da ilçeleri dolaşırken, seçmenlerin halını hatırını sorar: – Sevgili hemşehrilerim, biliyorsunuz demokrasiye geçtik. Yakında seçimler yapılacak. Oylarınızı yine bana vereceksiniz değil mi? Seçmenler: – Yooo... Vermeyeceğuk. Peki, neden? – Başkasina soz verduk da... – Kime? Kim o?.. Okur – Yazar olan birine... Neden öyle? Ben okur – yazar değil miyim? Değilsun da yirmi yıldur yazduğumuz mektuplara niye cevap vermeysın?
Hep beraber
Mahkemede Temel'in kimlik tesbiti yapılıyordu. Hakim sordu: – Nerede oturuyorsunuz? Gardaşumla beraberuz hakim bey. Kardeşin nerede oturuyor? Bubamla beraber. Hakim öfkelenmişti: Be adam, peki baban nerede oturuyor? Temel, çaresizlik içinde ellerini açar: – Lafimu anlatamadum herhalde hakim bey, hep birlukte oturuytuk daa...
Aman yazma!...
Temel, TEK görevlisi olarak elektrik direğinde çalışıyorken ceryana kapılır ve hastaneye kaldırılır. Olayı du- yan gazeteciler Temel'in başına üşüşürler, Geçmiş olsun, ne oldu? Elektiruk direğunde çalışirken ceryan çarpti da duştum. Vah... Vah... Gazeteciler olay hakkında daha geniş bilgi edinmek için habire soru sorup tam gidecekleri sırada Temel, hasta yatağından hafifçe doğrulur sordu: – Ya bakun baa... Habu kadar soriyi baa niye sordu- nuz. Adliyeden misunuz? – Yook... Biz gazeteciyiz. Temel, yeniden ceryana kapılmış gibi yataktan firlar ve gazetecilere sarılır: – Uyyy... Gözuğuzi seveyim. Ben küçuk memurum. Beyanat verme hakkım Mi Sakın yazmayin, ekmeğumdan olurum, sonra...
Kim vurdi, ne bileyim
Temel, vapur gişesine gidip, Trabzon – İstanbul gidiş- dönüş bileti almak istedi: – Baa İstanbol bileti ver, gidiş – dönüşlü olsın... Gişe memuru kafasını kaldırmadan yanıtlar: – Sıraya geç!... Temel, bu ikaz karşısında dışarıya çıkıp üç – beş dakika dolaştıktan sonra tekrar gişeye gelip isteğini söylüyor: – Baa İstanbol bileti ver, gidiş – dönüşli olsun... Gişe memuru yine "Sıraya gir!" ikazını yapar ve Temel tekrar dolaşıp gelir. İsteğini tekrarlar, aynı yanıtı alır. Bu durum birkaz kez tekrarlanır. Sonunda Temel'in sabrı taşar ve kuyrukta hiçbir kimsenin de bulunmadığını görerek gişe memuruna kuvvetli bir yumruk aşkeder, Memurun gözlüğü bir yana, kendisi öteyana düşer. Şaşkınlık içinde sorar:Kim vurdu bana? Kim vutdu bana? Temel, bıyıkaltından kıs, kıs gülerek yanıtını verir: – Kardaşım, habu kadar kalabaluktan saa kim vurdi nasi bileyum?
Aslını mi inkar edeyi?
Temel, arkadaşına hakaret suçundan yargılanıyordu. Ha kim: -Sen buna hakeret etmişsin, doğru mu? diyerek davacıyı gösterdi: – Yok, hakim bey, yok... Ben kendusına sadece heyvan dedum. İyiya hakaretamiz bir söz bu.. – Ne demek hakim bey... Yanlış anlaşılıyı... İnsan kurnaz olursa tilkidur. Kutnazlukta ileru gidersa kurt- tur, pek cesur ve heybetlu olursa aslan, uysal olursa kuzi, korkak olursa tavşan, inatçı olirsa eşek, güzel sesli olursa bülbül, mercan gözli olursa hamsi, velhasili kelam, hakim bey, insan hiç bir zaman heyvanluktan kurtulamaz...
Hamsi hazretleri!
Birinci Dünya Savaşı sıralarındaydı. Seferber edilen bir bölük erlerine subay, vatani dersler veriyordu. İlk olarak da padişahın kim olduğunu öğretiyordu: – Halifei ru-yi zemin Sultan Mehmet Han Hamis Hazretleri. Belki 100 kez bunu tekrarladıktan sonra bölük efradına belleyip bellemediklerini sordu. Erler hep bir ağızdan "Belledik komutanım" diye yanıt verdiler. Bunun üzerine subay birer birer tüm erlere sormaya başladı. Fakat, belledik diyenlerden hiç birisi padişahın adını tekrarlayamadı. Arka sıralarda duran Temel parmağını kaldırdı. Subay geniş bir nefes alarak ona döndü; Söyle bakalım, dedi. Temel derin bir soluk alıp göğsünü kabartarak söyledi: – Hamsi hazretleri komitanım.
Verelum mi acaba?
Cemal, yıllar önce karısını kaybetmişti. Dul – bekardı ve bu durumundan çok şikayetçiydi. Üstelik genç bir kıza da tutul- muştu. Kız tarafı yaş farkı nedeniyle kararsızdı. Cemal, kızın ailesini ikna etmek için habire adam gönderip haber iletiyor. du: "Halım – vaktım yerınde.. Usteluk, sözum sözdur. Kızlarıni ölıncaya kadar seveceğum. Servetum da kızlarına kalacak. daha ne isteyler?" Kız tarafının görüşü belirlenmeye başlamıştı. Önce Fadime karar verdi: – Baa kalırsa verelum Temel... (Olıncaya kadar seve- coğum) deduğuna bakılırsa, demek ki fazla vakti kal- madi. Acele edelum.
Fırsat yok ki
Boşunmak istediğini bildiren Temel'e mahkemede hakim sordu:Peki, talebini kabul ediyorum. Fakaat, neden bir senedir karına tek söz söylemedin? Temel boynu bükük, yetim gibi bir tavırla cevap verdi: – Baa fırsat vermedi ki hakim bey, hep o konişti...
Haçan yüzme bilmeysun
İstanbul'da Temel'in takasına binen bir profesör, Temel'in okuma yazma bilmediğini öğrenince "Vah vah, bütün hayatın mahvolmuş" der, Biraz sonra aniden bir fırtına çıkıp, taka dalgalar arasında inip çıkarken Temel, profesör'e sordu: – Ula profesor emica, yüzgeç biley misun? Profesör "Bilmiyorum" yanıtını verip denize düşerken Temel durum değerlendirmesi yaptı: – Ne haber? Şimdu kimun hayati mafoldi, de baa...
Emice saa bişe diyecek
Temel, bahçesindeki incir ağacına çıkmış olan çocuğu görünce sabredemedi: – Ula piç kurusi, çabuk in aşaa. Dallari kıra kıra incir yeysın... diye çıkıştı ve ardından ekledi: – Habu yaptuğıni da bobağan anlatacağum. Temel söylenmesini bitirince ağaçtaki çocuk yukarıdaki dallara doğru seslendi: Bobaaa... Bobaaa! Pak habu emica saa bi şey di- yeceğmiş.
O da ayni yaşta
İhtiyar Temel, doktora gider. Sol ayağının ağrıdığından yakınır. Doktor gerekli Müayeneyi yaptıktan sonra teşhisini söyler: -Yaşlılıktan... Yaşlılıktan... Temel, doktorun teşhisini beğenmemiştir ve sorar: – Doktor bey, haçan sağ ayağum da ayni yaştadır, o niçun ağrımayi?
Önce sen soyun...
Temel'in eşi Fadime hastalanır ve tüm tedavilere karşın bir türlü iyi olmaz. Son çare olarak da ilçeye yeni gelen doktora gidilir. Doktor, Temel'e hastasının nesi var, nesi yok diye sorular sorduktan sonra hastası Fadime'ye; – Şu paravanın arkasına geç, soyun... İyi bir muayene yapmam gerek... deyip dışarı çıkar, Fadime, "Soyun!..." emri karşısında şaşkındır. Orada bulunan kocası Temel'e dert yanar: – Toktor baa soyin deyi... Teli midur, nedur? Temel: – Cahil kadun... O seni muayene edecek, soyin... Fadime, paravanın arkasına geçer ve soyunmadan beklemeye başlar. Biraz sonra doktor gelir. – Hala soyunmadınız mı? Lütfen soyunun artık, der. Hasta Fadime: – Toktor bey, ben utanıytım, önce sen soyun daa, ne olur, diye yanıt verir,
Sen konuş da göreyim
İstanbul'da bir fabrikada çalışan Temel'e arkadaşları sataşarak ona: – Nedir, hiç hamsi ağzından düşmüyor. Övüp övüp dutuyotsun. Ne kuş gibi ne de horoz gibi öter. Bıtak şu hamsiyi, derler. Temel, bu sataşmaya bozulur ama altında da kalmaz:Yanayım hau ahmak kafalarıniza... Ula, sizun kafağızi sokayım suyın içina da, siz konişın bakayım, der ve kıs kıs güler. .
Ne korkaysın...
Temel şehirlerarası otobüste şoför olarak çalışıyordu. İzmit – İstanbul otobanında hız yapınca arka koltuklardan bir yolcu sesini yükselterek ikaz yaptı: Şoför efendi, biraz yavaş sürsenize! Temel oralı değildir, yine aynı hızla devam eder. Ses tekrar yükselir: – Şoför bey yavaş sür!... Hızda düşüş yoktur. Yolcu tekrar ikaz eder: – Yahu şoför bey, sana diyotum biraz yavaş süremez misiniz otobüsü? Sabrı taşan Temel, bunca ikazdan sonra yanıt verir: – Yahu ne korkaysın? Sade senun mi canın var. Habu otobos kasgolidur, korkma!
Hau levhayi oraya koyani... Temel, gece kamyoneti ile komşu ilçeye gidiyordu. Önündeki tüneli geçtikten sonra yolun sağındaki "FARLARINIZI SÖNDÜRÜNÜZ" trafik levhasını görünce gereğini yaptı ama kendini 10 metrelik uçurumun dibinde buldu. Şans eseri kendisine bir şey olmamış, yalnızca kamyoneti hurdahaş olmuştu. Yoldan geçenler Temel'in imdadına koştular ve durumu sordular. – Nasıl oldu Temel, ne hatası yaptın ki?.. demeye kalmadan Temel atılıp yanıt verdi:Ne hatasi yahu... Habu Farlarınızi sondurun leyhasıni habutaya kim koydi? Bulın oni baa...
|