Sokrates öncesi dönemde felsefedeki temel sorunun var olanların yapısı ve kökeni hakkında araştırma olduğu görülür. Anılan dönemde mitolojiden süregelen köken ve var olanları anlamlandırma arayışı mitolojiye göre daha yüksek bir soyutlama aşamasında ele alınır.
Bu bağlamda, bu bölümde ilkin felsefi düşüncenin ortaya çıkış koşullarına ardından mitolojik varlık anlayışını ortaya koymak üzere önce Homeros ve Hesiodos'un köken sorununa nasıl yaklaştıklarını inceleyeceğiz.
Daha sonra Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Pythagoras, Herakleitos ve Parmenides'in bu soruna verdikleri yanıtlar konumuz olacak.
1.1. Varlık Sorununun Kapsamı
Bilindiği gibi Batı Felsefesi, Ege Havzasında yaklaşık olarak MÖ. 7. yüzyılda Thales'le (MÖ. 640-550) başlar.
Thales'ten Sokrates'e (MÖ. 470/469-399) kadar felsefede önemli sorunlardan birinin 'varlık' olduğu görülür. 'Varlık' tüm var olanları kapsayan en geniş felsefi kavram olarak ele alınır.
Tüm var olanlar ise düşünülebilen her şeyin toplamıdır. Ne türden olursa olsun düşünceye konu olan her şey bir var olandır. Tepegöz gibi imgesel bir şeyden 3 sayısına, Ağrı Dağı'ndan diş ağrısına kadar her türden nesne bir var olandır. Bu bağlamda felsefe tarihinin ilk sorusu tüm var olanların kökeninin ne olduğu sorusudur. Ne var ki, varlığın kökenine ve yapısına ilişkin açıklamalar yalnızca felsefeden gelmez. Başka açıklama denemeleri mitlerde görülür. Deyim yerindeyse varlığın kökeni sorunu felsefi düşüncenin, mitolojik düşünceden edindiği mirastır. Bu tutumun gerisinde ise insanın akıllı bir varlık olarak yeryüzünde bulunduğu her dönemde çevresinde olup bitenleri anlamak, yorumlamak ve bir kökene bağlamak isteği yer alır. Mitolojilerin kaynağı insanın bu arayışıdır.
Hiç kuşkusuz, ilk filozofların konu ettiği tek sorun 'varlık' değildir. Ancak, bu dönemde filozoflar arasında varlığın yapısı ve neliği üzerine belirgin bir tartışmanın olduğu görülür. Varlıkla ilgili anılan tartışmanın kapsamı, canlı ve cansız, tüm var olanları içine alacak kadar geniştir. Filozoflar varlığı şu tür sorulara yanıt arayarak tartışır:
Nereden geldim? Nerede yaşıyorum? Başlangıçta ne vardı? Beni çevreleyen çeşitliliğin kaynağı ne? Çeşitlilik nasıl oluştu? Görünenlerin arkasında görünmeyen bir düzen var mı? Bu karmaşık ve dağınık görünen evren yalın daha öğelere indirgenebilir mi?
Bu ve benzer sorulara felsefede ne türden yanıtlar verildiğini dile getirmeden önce, bunlara kaynaklık eden coğrafyaya ve burada felsefe dışında başka hangi görüşlerin olduğuna değinelim.
1.2. Sosyal Koşullar
Sokrates'ten önceki filozofların ilk üçü; Thales, Anaksimandros (MÖ. 610-545) ve Anaksimenes (MÖ. 585-528) bugün Aydın ili sınırları içinde kalan Milet kent devletindendir. Milet, Anadolu'nun batısında, Büyük Menderes Nehrinin hemen ağzına yakın deniz kıyısında kurulmuş bir liman kentidir. Milet'in liman kenti oluşu buranın felsefeye kaynaklık etmesiyle yakından ilgilidir; çünkü limanlar, farklı kültürlerin, inanışların, insanların ve dillerin bir araya geldiği yerler olmaları bakımından önemlidir. Bu açıdan limanlar çeşitli kültürlerin, bilgeliklerin, inanışların iç içe geçip yeni biçimlere gebe olmalarına zemin hazırlar. Özellikle de, Mezopotamya ve Mısır gibi iki büyük uygarlığa yakın konumu Milet'te önemli bir kültürel birikimin oluşmasını sağlar. Bu kültürel birikim, Milet'te felsefi etkinliğin ortaya çıkmasına katkı sağlamıştır ancak bu durumun felsefenin ortaya çıkışı için yeterli koşul olduğunu ileri sürmek olası değildir. Kültürel birikimin yanı sıra toplumsal yaşamın birbirleriyle çatışmalı kesimlerden oluşmasının düşünsel canlılığa yaptığı katkı da dikkate değerdir. Tanrıların armağanı olarak doğuştan yönetme hakkını aldıklarını öne süren soylular ile ticaret yoluyla zenginleşen ve yönetme hakkı isteyen tüccarlar arasındaki gerilim, düşünsel alanda da açığa çıkar. Soylular belli bir evren tasarımında kendi egemenlik haklarını dile getirdikleri için, soylulara karşı hak arayışında olan ticaret yoluyla zenginleşen kesimler kendilerini kısıtlayan bu evren tasarımına karşı çıkmak durumundadırlar. İşte bu canlılık da felsefenin hazırlayıcı koşullarından bir başkasıdır. Milet'in bulunduğu İyonya bölgesinde pek çok kütüphane bulunur. Öyle ki bunlardan biri olan Bergama Kütüphanesi çağında dünyanın en zengin kütüphanelerinin başında gelir. Öyleyse bilgiye ulaşma kolaylığı da felsefenin ortaya çıkışını belirleyen diğer bir etmendir. Bir başka etmen, kent devletlerinin zenginliğidir. Gündelik yaşamın gereği olan üretimi kölelere ve kendisine bağlı çalışanlara yaptıran bir sınıfın olması felsefeye giden yolu hazırlar; çünkü böylesi üretim koşulları kimilerine serbest zaman olanağı sağlar. Serbest zaman, gündelik sorunlar dışındaki konular hakkında düşünebilmenin olmazsa olmaz koşuludur.
1.3. Mitolojik Düşünme
Sokrates öncesi dönemde benimsenen yaygın inanışlara bakıldığında en başta gelenin mitoloji olduğu görülür. Hemen her kent devletinin kuruluşu genellikle bir kahramana götürülen mite dayandırılır ve kentlerde tanrılara adanmış tapınaklar inşa edilir.
İlk filozofların yukarıda andığımız soruları aynı zamanda mitolojik dönemin de sorularıdır. Mitolojik dönemde de insan bilmek, anlamak ya da değerlendirmek için kimi kurgular yapar. Bu bakımdan mitolojik öyküler,
Ben kimim? Nerede yaşıyorum? Dünya nasıl oldu? Ne yapmalıyım?
türünde sorulara verdiği yanıtlarla insanın anlam arayışının felsefeden farklı türüne karşılık gelir.
Ancak mitolojik kurgulardaki düşünme tarzı ile felsefi kurgulardaki düşünme tarzı aynı değildir. Mitolojik düşünmede, içinde bulunduğumuz şeylerin nedeni genellikle insansı özellikler taşıyan tanrılardır. Bizi çevreleyen her şey bu kişileşmiş tanrılarla bağıntılıdır. Sözgelimi Yunan Mitolojisinin baş karakterlerinden biri olan Zeus gökyüzünde olup bitenlerin nedenidir. Bir yerde şimşek çakarsa Zeus'un öfkelendiği düşünülür. Görüldüğü üzere olup bitenlerin nedeni ile tanrılar arasında kurulan bağlar keyfi ve gevşektir. Bir başka deyişle mitolojik düşünmede düşünceler arasındaki nedensellik ilişkileri sağlam değildir. Öyleyse mitolojik düşünmede şeylerin kökenine ilişkin açıklamalarda tanrılara başvurulurken, felsefi düşünmede dünya içinde kalınır. Eş deyişle ilk dönem felsefesinde, çeşitliliğin kökeni duyulanabilir ve algılanabilir dünyadır.
Sokrates öncesi filozoflara geçmeden vurgulanmamız gereken önemli bir nokta Yunan dünyasının benimsediği en temel düşüncelerden biri, hiçbir şeyin yoktan var olmadığı, her şeyin başlangıçta var olduğudur. Daha sonra Latin dünyasında "Ex nihilo nihil fit" olarak dile getirilecek bu anlayış uyarınca yokluktan hiçbir şeyin var olamaz. Bu bakımdan bir Yunan, evrenin kökeninde her zaman bir öğe olduğuna inanır. Bu öğe, dönüşerek ya da başkalaşarak diğer şeyleri oluşturur.
Yunan mitlerinin en önemli isimlerden biri Homeros'tur (~MÖ. 850). Homeros anlattığı destanlar Yunan toplumun anlam ve köken arayışının dile getirilişidir.
Bu destanlar
Bu gördüklerim nasıl ortaya çıktı? Her şeyin kendisinden doğduğu şey ne? Nasıl bir evrende yaşıyorum? Bütün bunlar nasıl meydana geldi? Bu hayatın anlamı ne? Bu dünyadaki yerim ne? Tanrılar nasıl meydana geldi? Tanrıların insan üzerine etkisi ne? Toplumun kaynağı ne? İnsanlar arası eşitsizliğin nedeni ne?
sorularına yanıtlar vererek insana kendi varoluşunu kurabileceği bir zemin sunar. Sözgelimi Homeros'a göre gökyüzünü tunçtan bir fanusla kaplıdır. Fanusun altı aithêr (eter), aithêrin altında ise bulutlar bulunur. Fanus'u ayakta tutan ise Herakles sütunlarıdır. Yukarıda dikkat çektiğimiz gibi Yunan dünyasının onadığı temel düşünce: hep var olmuş olan ve bundan sonra da var olacak olan bir tür kök-öğenin (arkhe) varlığıdır. Bu kök-öğe zaman içinde düzenliliğe dönüşür. Homeros'ta bu kök-öğeler Okeanos ve Tethys adlı tanrılardır.
Yunan mitolojisinin bir başka önemli karakteri Hesiodos'ta (~MÖ. 700) ise temel madde Khaostur ve hareket etme görevi erosa yüklenir. Bunlara bir de toprağı simgeleyen Gaia katılır.
Heseidos şöyle söyler:
"Khaos'tu en önce var olan/ Sonra geniş göğüslü Gaia, Ana Toprak, sürekli sağlam tabanı bütün ölümsüzlerin". (Heseiodos, 1977, s .108)
Günümüz değerler dizgesinin etkisi altında bir insan için geçmişin mitleri çocuksu, zaman zaman inandırıcılıktan uzak görünse de, dönemin insanlarının yaşamları üzerinde mitlerin dönüştürücü etkisi bulunur. Örneğin çağında eski kabile bağları ve kültürleri değişime uğrayan öyküleri dönemin insanının kuramsal ve pratik yol göstericisidir. Hesiodos'ta geleneksel yapıların çözülmekte olduğu bir zamanda çiftçi birinin nasıl düşünüp ne yaptığı ortaya konulur. Bu bakımdan Hesiodos'un yazdıklarının bir evren doğum (kozmogoni) olmasının yanı sıra pratik bir amacı da bulunur. Hesiodos'tan önceki zamanlarda toprak, mevsim döngüsünü iyi bilen birinin gözetiminde ortaklaşa işlenirdi; fakat ortaklaşa toprak işlemenin ortadan kalkmasından sonra çiftçinin toprağı ne zaman işleyeceğini yıldızlarının hareketinden kendisinin çıkarsaması gerekir. Hesiodos daha önce rahip krallarca kullanılmış olan astronomi bilgilerini bir araya toplar ve eserlerinde herkesçe kolay anlaşılacak ve anımsanacak bir biçime sokar. Dolayısıyla mitolojik düşüncenin köken belirleme işlevinin gündelik yaşantının pratik sorunlarıyla iç içe geçmiştir.
1.4. İlk Filozofların Varlık Anlayışları
Bu panorama içinde Sokrates öncesi dönemde varlık sorunu açımlamaya hazırız. İlk filozoflar olarak kabul edilen Miletos Okulu düşünürleri, Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes'i nitelemek için 'doğa araştırmacısı' tanımlaması kullanılır. Gerçekten onlar da kendilerine bu anlama gelen physikoi demiştir. Evreni bilmeye ve anlamaya yönelik tutkulu bir merak duyan bu filozofların evrenin doğası ve kökenlerine dönük çabası mitolojik düşünceye koşuttur. Ne var ki onlar, mitolojik düşüncede olmadığı biçimiyle doğayı, doğa içinde kalarak anlamak ister. Bu bakımdan gerçekliğin yapısı ve kökenini gerçek üstü öğelerle açıklamak yerine yalnızca gerçekliğin içinden kalarak açıklamayı benimserler. Onlara göre, görünenin ardında bir düzenlilik bulunur.
Peki bu düzenlilik nasıl meydana gelir?
İşte ilk filozof olarak görülen Thales duyusal olduğu varsayılan khaos'un gerisinde gözle görülür, akılla kavranabilir olan bir kök-öğe (arkhe) olduğu inancındadır. Thales'ten geriye az sayıda fragman kalmış olmasına karşın elimizde olanlar onun ilk filozof olarak anılması için yeterli olmuştur.
Thales'e göre evrendeki tüm şeyleri oluşturan arkhe, hydro'dur (su, sıvı).
Şöyle demektedir:
"Su tüm şeylerin kök-öğesidir" (Aristoteles, Metafizik, 983b18).
Bir başka fragmanda ise "Dünya, suyun üzerinde yüzmektedir" demektedir (Gökyüzü Üstüne 294a28). Depremlerin nedeni Poseidon'un kızgınlığı yerine dünyanın üzerinde yüzdüğü suyun dalgalanmasıdır.
Bugün baktığımızda son derece çocuksu görülen bu düşüncelerin felsefi önemi nedir?
İlkin Thales'in genel geçer bir açıklama çabasında olduğu görülür. Tek tek olayları değil, kuşatıcı bir kapsam gözeterek kuram oluşturmaya çalışır. 'Tüm şeyler'in kökenin su olduğunu söylemesi bu genellik arayışının dile getirilişidir. İkincisi Thales gözlemlerden yola çıkar. Üçüncüsü Thales doğa-üstü nedene başvurmaksızın yalnızca kök-öğeyle oluşu açıklar. Sözgelimi ölümün nedeni Artemis'in attığı oklar değil doğal nedenlerdir. Böylece felsefeye düzenlilik sokularak evren doğa merkezli yasallıklar yoluyla düzenlenmeye çalışılır.
Thales'ten sonra gelen Anaksimandros felsefi düşünceyi bir adım daha ileri götürerek, arkhe sorununa Thales'ten daha soyut bir yanıt verir. Anaksimandros arkheyi, her şeyin birbirine karıştığı, içi içe bulunduğu, tüm olanakların kapsandığı aperion olarak görür:
"Varolan şeylerin ilkesi, apeiron'dur. Şeyler ondan meydana gelir ve yine zorunlu olarak onda ortadan kalkarlar; çünkü onlar zamanın sırasına uygun olarak birbirlerine karşı işlemiş oldukları haksızlıkların cezasını (kefaretini) öderler".
Aperion Yunancada sınırları olmayan anlamına gelir. Anaksimandros açısından aperion uzamsal olarak sınırsız, niteliksel olarak belirsiz ve zamansal olarak sonsuz bir varlıktır. Böylece Anaksimandros varlığın kökenini gözlemin ötesinde duran bir öğe olarak belirler. İlk kez Anaksimandros aperion anlayışıyla soyut, gözlem dışı kuramsal bir öğeyle varlığın kökenini açıklar. Aperion için barındığı karşıt nitelikler aracılığıyla evrendeki çeşitliliği ve düzenliliği sağlar. Üstelik bu oluş rastlantısal değil zorunludur. Anaksimandros, kozmosu dört niteliğin çatıştığı bir alan olarak görür. Bu dört nitelik: sıcak ve soğuk, kuru ve nemdir. Fakat Anaksimandros sağlam biçimde aperion ve içinde taşıdığı karşıtlıkların oluşu nasıl sağladığını açıklayamaz.
Miletos okulun son temsilcisi Anaksimenes'e göre arkhe havadır.
Anaksimenes niceliksel dönüşüm yoluyla belirsizden çokluğun ortaya çıkması sorununu çözer. Böylece Anaksimandros'ta açıklanmamış olan karşıtların dönüşümünden evrenin nasıl oluştuğu sorusu Anaksimenes'te havanın süreğen olarak yoğunlaşması ve seyrelmesi olarak saptanır. Evren niceliksel dönüşümler aracılığıyla açıklanır. Niceliksel dönüşümler, niteliksel dönüşümlere yol açar. Anaksimenes açısından insan ruhu ile evren ortak öğeden yapılmıştır bu açıdan insan evreni tanıyabilir. Evrenle insan arasında bir tür dostluk bulunur.
Görüldüğü Miletos okulu filozofları dünyaya heyecan dolu yeni bir gözle bakma arayışındadır.
Şu sorulara yanıt aradılar:
Bu karmaşık ve düzensiz dünya basit ilkelere indirgenebilir mi? Kozmos nasıl meydana gelmiştir? nasıl gerçekleşir?
Böylelikle aklımız ne olduğunu ve nasıl çalıştığını daha iyi anlar. Mitsel açıklamalar yerine ussal açıklamalar yapmayı seçtiler. Fırtınaların kaynağı Poseidon demeyi bıraktılar. Ölümün Apollon'un ya da Artemis'in attığı oklarla gerçekleştiğini söylemeyi bıraktılar. Doğaya ilişkin açıklamalar yine doğa içinde arandı.
İlk filozoflardan bir başkası olan Pythagoras'tan (MÖ 570-495) elimizde hiçbir fragman bulunmamaktadır.
Pythagoras aynı zamanda gizemli ve gizli çalışan ve Pythagorasçılar olarak anılan topluluğun da başı olduğundan görüşleri Pythagorasçılarla karışmıştır.
Pythagorasçılar için felsefe salt meraka dayalı bir etkinlik değil aynı zamanda bir tür dinsel inanıştır. Onlara göre insan ruhu ölümsüzdür. Ruh, bir dizi göç sonrası bedensel aşamaları tamamlar. Evren içindekileri bütünüyle kaplayacak biçimde canlıdır. İnsan ruhu bu bakımdan ölümlü değildir. Ruh kendisini tümüyle saflaştırana kadar bir dizi ruh göçüne katlanmalıdır. Bu fikirler bizi Pythagoras'un arkhesine yaklaştırır. Pythagoras ölçülülük, oran ve orantı fikrini felsefeye sokar. Ölçülülükle birlikte felsefeye biçim (form) girer. Form ise sayıyla ilgilidir. İşte bu bakımdan Pythagoras'un kök-öğesi sayıdır.
Miletoslu bir filozof olan Herakleitos (MÖ 540-475) görüşlerini eğretilemelerle ve dolayımlı bir biçem kullanarak yazar. Bu bakımdan 'karanlık' olarak nitelenir.
Herakleitos da Anaksimandros gibi çatışmaya büyük önem verir. Ona göre her şey çatışma ve savaşımdan doğar. Evren ateşten oluşmuştur ve yine ona dönecektir. Bu bakımdan evrende hiçbir öğe durağan ve değişmez değildir. Her şey sürekli bir devinim içindedir. Herakleios'a göre hareket ve değişim içinde olan evrende, değişimi yöneten logostur.
Logos, söz, yasa, oran akıl anlamlarına gelir. İnsanlar logosun sesini 'duyar' ve onu anlayanlar doğadaki oluş bozuluşun ardındaki düzenliliği kavrayabilir. Evrende birbirlerinden farklı pek çok şey arasında birlik logos aracılığıyla kurulur.
Herakleitos değişmeyen bir şeydense değişimin kendisinin kalıcı olduğunu söylemişti. Parmenides (MÖ 529-440) buna karşı çıkar. Değişim imkansızdır ve tutarsızdır. Parmenides'ten sonra Yunan felsefesi yeni bir aşamaya geçer. Parmenides'e göre evren kök-öğenin dönüşümleriyle oluşuyorsa bu var olmayanlardan var olanların çıkması anlamına gelir.
Şöyle düşünür: bir şey, başka bir şeye dönüşür ve bu başka şeyden de üçüncü bir şey oluşursa bu yokluktan varlığın çıkmasıdır. Bu ise saçmadır. Sözgelimi ateş toprağa dönüşüyorsa, toprak ateşten önce yoktur. O halde olmayan bir şeyden var olan bir şey nasıl meydana gelebilir?
Bu bir varsayım ya da gözlem değildir. Gidimli bir akıl yürütmedir. Var olan her şey kalıcıdır, değiştirilemez, yok edilemezdir. Bu gerekçeyle Parmenides harekete karşıdır ve tüm gerçekliği hareketsiz ve değişmez olan bir'le açıklar:
"Var olan, vardır; var olmayan var değildir".
Varlık varlığa nereden gelmiştir? Burada iki seçenek bulunur. Varlık varlığa ya varlıktan (yani, var olan bir şeyden) ya da yokluktan (yani, var olmayan bir şeyden) gelmiş olabilir. Hiçten hiçbir şey çıkmaz. Bize değişiyormuş gibi görünen şeylere bu mantıksal kanıtlama yoluyla bakıldığında gerçekte değişmedikleri görülür.
|