Sevda Tepesi. Son dönemde, yaklaşık 30 yıl önce Arap kralına satılan araziye verilen imar izniyle yapılması planlanan otel inşaatı haberleriyle gündeme geldi. Adını bundan tam 80 yıl önce beraber ölen iki aşık gencin trajik hikayesinden alan tepeyi araştırdık, iki sevgilinin artık kaybolmaya yüz tutmuş mezarlarını bulduk
[IMG alt="Sevda Tepesi'ne adını veren aşk"]https://i2.milimaj.com/i/milliyet/75/0x410/5c8dff2c45d2a04bdc421882.jpg[/img]
Kandilli Mezarlığı yazan demir kapıdan içeri girdiğimizde, iki kardeş anlatılması çok zor duygular içindeydik. Hammer'in "Tanrı'nın en güzel lütuflarından biri" olarak vasıflandırdığı, Evliya Çelebi'nin "Akıntıburnu'nda, bir kaya üzerinde müteaddit kasırla müzeyyen bir bağ-ı irem" diye söz ettiği Kandilli, bizim yarım asır evvel doğduğumuz yerdi. Kalbimiz çarpa çarpa mezarlıktan yukarı tırmandık, Sevda Tepesi'ne doğru.
Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa Ailesi'ne ait olup, harp yıllarında köye vakfedilen mezarlık arazisi; eskilerde Şehitlik Tepesi denilen yere, bütün Boğaziçi'ne hakim, nefes kesen bir düzlüğe çıkar. Asırlık servilerin, fıstıkçamlarının, erguvanların, defnelerin gölgelediği bu dik yamaçların altındaki yolcusuz durağın adı da aynıdır, Sevda Tepesi.
Bu ismin hikayesini bilmezdik çocukken. Ama her nedense Sevda Tepesi dendi miydi, hatırlıyorum da sanki bir kuş kanat çırpardı göğsümüzde, avuçlarımız terlerdi. Yakıcı bir aşkın, Belkıs ile Vahit'in hikayesiymiş bu, hissederdik ama bilmezdik. Aradan on yıllar geçti. Duyduk ki Arap kralına satılan Sevda Tepesi'nin üzerine villalar yapılacakmış.
Bir coğrafya parçasına, birlikte ölerek adını yazdıran bu iki Kandillili çocuğun çoktan unutulan mezar taşlarını bulmaya, bu sevdayı ve hatıralarını satanlar adına utanmaya, bu ağaçların altında oturup son nefeslerini aldıkları o son günü, 2 Temmuz 1931'i hatırlayanları bulmaya geldik Kandilli'ye, bulduk da. Cumhuriyet gazetesi 4 Temmuz 1931'de olayı şöyle duyuruyor 'Vukuat' adlı köşesinde: 'Vaniköy'de Müthiş Bir Aşk Faciası' 'Bir daktilo ile zabit; ölü olarak bulundu'. "Dün Kandilli polis merkezine bir hanım koşa koşa gelmiş ve heyecandan kısılan bir sesle şunları anlatmıştır: Benim ismim Hatice'dir. Şimdi Vaniköy'üne gidiyordum. Vaniköy'üne giden patikanın arkasındaki servi ağaçlarının altında bir erkekle kadını kanlar içinde yatarken gördüm. Koşunuz, koşunuz bir cinayet var!"
"Bu ihbar üzerine zabıta memurları derhal mahalli vak'aya gitmişler ve Hatice Hanım'ın tarif ettiği serviler altında genç bir zabit vekiliye 18 yaşlarında genç bir kızın kanlar içinde ve ölü olarak yatmakta olduğunu görmüşlerdir. Yapılan tahkikat neticesinde ölen genç zabitin Kandilli'de oturan Eminönü Zabıtai Belediye komiser muavini Emin Efendi'nin oğlu Vahit Ef. olduğu anlaşılmıştır. Vahit Ef. 22 yaşında bir zabit vekilidir ve Harbiye'den bu sene çıkmıştır." "Genç kız da aynı mahallede oturan ve Safer Bey ailesine mensup olan Belkıs Hanım isminde bir daktilodur. Selanik Bankası'nda çalışmaktadır.
Vahit Efendi'nin kolunun altında bir tabanca bulunması zabıtaya vak'anın aşk yüzünden yapılmış bir cinayet olduğu ve zabitin genç kızı öldürdükten sonra kendisini vurduğu şüphesini vermektedir."
Müfide Bolulu'nun anlatımıyla Cumhuriyet ertesi gün olayı tafsilatıyla anlatacak, 'Boğaziçi'nin En Güzel Kızı Nasıl Ve Niçin Öldü' başlığıyla 'mütemmim malumatı' karilerine aktaracaktır. "Belkıs Hanım, 20-22 yaşlarında, uzun boylu, yeşil gözlü bir kızdır. Muhitinde güzelliği kadar ciddiyeti ve tahsilinin fevkaladeliğiyle tanınmıştır. Belkıs Hanım evvelki sene Amerikan Kız Koleji'nden mezun olmuş ve Felemenk Bahrisefid Bankası'na daktilo olarak girmiştir."
Refik Durbaş 1991'de Cumhuriyet Dergi ekinde yıllar önce cereyan eden bu hadiseyi 'Hazin Bir Aşk/Sevda Tepesi'ne Adını Veren Öykü' başlığıyla bir tanığın ağzından, Vahit'in amcasının kızı Müfide Bolulu'nun anlatımıyla kaleme alıyor.
"Çamlıktepeye çıkmışlar o akşam. Abim 'Şimdi dönerim anneciğim' diyerek evden çıkıyor. Kandilli'de bir bakkal İsmail Efendi var. Belkıs Hanım da 'Anne ben İsmail Efendi'den bir çikolata alayım' diyerek evden ayrılıyor. Yengem bekliyor, gelen giden yok. Herhalde diyorlar, Belkıs'la bir yere gittiler. Gece yarısı oluyor, yine haber (http://'https://www.milliyet.com.tr/') yok. Amcam Eminönü komiseriydi. Merak ediyor, yengeme 'Bak bakalım tabancam yerinde mi?' diye soruyor. Yengem bakıyor, Vahit kendi tabancasını bırakmış, babasınınkini almış. Merakları iyice artıyor. Çok hassas bir av köpekleri var. Ona elbiselerini koklatıyorlar. Polise gidiyor amcam. Ama o saate kadar bir olay olmamış.
Sabahleyin gün ağarırken Vaniköy sırtlarında bir köyden sütçü bir kadın iniyor. Vahit'le Belkıs o gece çamların altında eğlenmişler. Mehtaplı bir geceymiş. Ve ikisi de bütün mektuplarını yanlarına almışlar. Onları bir kelimesi dahi okunamayacak şekilde küçük parçalar halinde yırtmışlar. İki ağacın altında iki küçük tepe halinde duruyormuş mektuplar. Vahit önce Belkıs'ı kalbinden vurmuş ve subay ceketini çıkarıp ayaklarını sarmış. Başını da bir taşla yükseltmiş. Ondan sonra kendisi de onun karın kısmına doğru oturup, ağzından sıkmış, kurşun başından çıkmış.
[IMG alt="Sevda Tepesi'ne adını veren aşk"]https://i2.milimaj.com/i/milliyet/75/0x0/5c8dff2c45d2a04bdc421882[/img]
Valentino'ya benziyor Yengem Vahit'i Bursa'da bir kızla nişanlamaya kalktı. Belkıs şöyle dermiş: 'Vahit nişanlansın Bursa'ya gideceğim, o nişanlandığı hanımın kapısı önünde oturacağım, bütün geçirdiğimiz günleri anlatacağım ona. Herhalde onun da bir kalbi vardı.' Evet, hep öyle dermiş. Belkıs'ın ailesini soruyorum.
Abisi verem olmuş. Annesine felç gelmiş. Babası zaten daha önceden ölmüş. 'Aile tamamen yok olmuş, gitmiş' diyor Müfide Hanım. Vahit'e getiriyorum sözü. Vahit, ailenin tek çocuğu. Babası Emin Bey, Kurtuluş Savaşı gazilerinden, madalyası var. Savaşta İstanbul'dan Anadolu'ya silah kaçırıyormuş.
Vahit gerçekten Valentino'ya benziyor. Valentino'nun çevirdiği son film (http://'https://www.milliyet.com.tr/film-izle/'), ölünce yarım kalıyor. Arkadaşları film şirketine Vahit'in resmini gönderiyorlar. Onlar da Vahit'i çağırıyor, fakat Vahit askerliği çok sevdiğinden bu çağrıyı kabul etmiyor. İki aile de varlıklı. Bu olaydan sonra Vahit'in annesi kanser oluyor. Belkıs'ın ailesi gibi Vahit'in ailesi de acılar içinde yaşıyor uzun yıllar."
[IMG alt="Sevda Tepesi'ne adını veren aşk"]https://i2.milimaj.com/i/milliyet/75/0x0/5c8dff2c45d2a04bdc421886[/img]
Mezarlar kaybolmaya yüz tutmuş Mabeyinci Remzi Bey'in torunu ve şehit Kaymakam Safer Bey'in Amerikan Koleji mezunu güzeller güzeli kızı Belkıs'la, Kuvayi Milliye'ci komiser Emin Bey'in Valentino Vahit diye anılan yakışıklı oğlu süvari teğmeni Vahit, 2 Temmuz 1931'de, mehtaplı bir gecede, Kandilli/Vaniköy sırtlarında bir servi ağacının altında hayatlarına son verdiler. Geride yıllarca sevdalarının ismiyle anılacak bir tepe ve ümitsiz bir aşk hikayesi bırakarak. 2 Temmuz 2012 günü, uzun aramalardan sonra bulduk onları; 'İki bedbaht sevdazedenin mezarları'nı... Kaybolmaya yüz tutmuş, dikenler bürümüş, çatlayan taşlarındaki yazılar okunmaz olmuştu. Belkıs'ın mektubu: Gururumu da öldürdüm! "Vahit... İstiyordum ki sana karşı olan sevgimi anlayasın. Belki o zaman beni severdin. Biliyorum beni sevmedin. Bunu sen itiraf ettin. Senin söylediğin her şeye inandım. İnanıyorum. Fakat yalnız sende bir şey var; onu anlamak istiyorum. Bilmiyor musun bu nedir? Bu, beni sevmediğin. İsterim ki dünyada hiçbir şey senin bana karşı olan sevgine mani olmasın. Ben kendimi sana çok yakın buluyorum. Düşünüyorum, yakın olan her şey nihayet birleşiyor. Fakat bu olacak mı? İstiyorum ki sevgi, aşk acılığının tecrübesini benim üzerimde göstersin. Düşünüyorum, belki çok büyük günahım var. Eğer bu da seni sevmek ise ben bu günahı bile bile yapıyorum. Her günahkârın gideceği yer cehennem değil mi?... Ben oraya gitmeğe çoktan razıyım. Senin için olduktan sonra. İsterim ki daima seninle beraber olayım. İyi biliyorum, babanla vaziyetini en ince noktasına kadar işitiyorum. Anlıyorum. Senin mevkiin çok fena. Düşündün. Ve aileni bana tercih ettin. Hakkın var. Herkes ben değil. Sonra o gün telefon ettim. Bunları anlamak istiyorsan, irademe hakim olamadım. Herkesin neşeli bir zamanında ben de senin sesini işitmek isterdim. Bunun bana ne kadar büyük bir şeye mal olacağını biliyordum. Yalnız gururum kalmıştı. İşte onu da o gün öldürdüm. Bunları sana bizzat söylemek isterdim. Fakat kâbil değil ki.
Eğer seni bilerek üzdümse beni affet. Çünkü sensiz yaşayamayacağımı anlıyorum. Beni sevdiğini söyle. Sana o kadar yakınım ki yavaşça 'Evet' desen işitecek ve ölünceye kadar seni bekleyeceğim. Belkıs Safer."
|