İlişkilerimizin en başlarında 'Ah... Biz birbirimiz için yaratılmışız!' demek pek hoşumuza gider. Eğer birbirimizi fazla tanımadan böyle 'birbiri için yaratılmak' gibi büyük laflara girersek, büyük bir sorumluluk da yüklenmiş oluruz. Eğer bu sorumluluğun altından kalkamayacak kadar az kredisi olan bir ilişkiyse de kelam değişebilir. Akabinde maalesef 'biz birbirimiz için yaratıkmışız' diyebilecek kadar sürtüşme yaşanabilir... Hadi gelin, şu yanlış anlaşılmayı ortadan kaldıralım! İlişkilerimizde 'biz birbirimiz için sahiden neler olabiliriz?'in cevabını, 'gerçekliğimizi', arayalım!
Geçerli bir eklenti ID'si değil.
İlişkilerimizin başında sevgi, kendini tanıtma, yeni birini tanıma derken; heyecan faktörü ve sınırsız ihtimallerin tufanı kalbimize ve zihnimize basınç yapar. Bu durumun farkında olmayıp idame edemezsek de ilişki kurduğumuz kişiyi tanımak yerine, kafamızda başka bir kişi
kurgulamaya başlayabiliriz. Hatta bu kurgu karakter, tanımakta olduğumuz kişiyle çok alakasız da olabilir. Dalgalar durup, ilk zamanlar geçtiğinde anlarız... Yavaş yavaş kafamızdaki sınırsız kurgunun ihtimalleri dökülmeye, ilişkide olduğumuz kişiyle garip bir uzaklık hissetmeye başlarız. Eğer, biraz fazla 'kafasında kuran' ve kafasında yaşayan biriysek, içimizdeki garip uzaklık hissine aldırmayabiliriz de.
Sanki, karşımızdaki kişiyi davranışlarından değil de kendi kafamızda ürettiklerimizden tanıyormuşuz gibi bir yanılgıya kapılıp, ona olmasını istediğimiz kişiyi yüklemeye devam edebiliriz. Bu kendini gitgide daha da derine iten kısır döngümüz nerede başlar peki? Bir şekilde insanları tanımamaya programlı halde, bir süre sonra karşımızdakine yaptırımlar uygulayarak ve zorlayarak ondan kendi ellerimizle adeta bir yaratık doğurmak... Yalnızca masumane bir sevgi bağı kurmak üzere girdiğimiz ilişkilerimiz gözümüzün önünde erir, şekilsizleşir ve solup gider. Nedeni ve oluşu fark edebilmek üzere biraz geri sarsak yararlı olabilir.
En geriye saralım. Daha söz konusu kişiyi tanımadığımız bir zamana. Hatta, onu tanıdığımız günden bir gün öncesine. Çok doğal ki, o kişi hakkında hiçbir fikrimiz yok. Fakat, hayat hakkında az çok fikrimiz olabilir. Eğer, tanımaya özen gösteriyorsak, bir de kendimiz hakkında fikirlerimiz olabilir. Hayat görüşümüz hayatımıza, etrafımızda olanlar ise görüşümüze şekil vermiştir ve yaşayıp gidiyoruzdur. Sonra o kişiyle tanışırız. Ondan çok etkilenirsek, sanki onu hep tanıyormuşuz gibi bir
his gelebilir. Sonra da üzerimize üzerimize basan bir heyecan. Tabii, hayallerimiz de durur mu, onlar da giderler. Kafamızda o kişiyle tatillere gideriz, kendimize onun tarafından güzel sözler söyleriz, kendimize aşık ederiz onu.
Fakat, bir gerçekliği var mı yok mu bu düşündüklerimizin, pek de bilemeyiz. Keza, bu pek kafamızı kurcalamayan bir şey bile olmayabilir. Çünkü, dış dünyayı çok fazla kafamızda yaşıyorsak ve ilgili kişilere kendi fikirlerini sormak yerine, cevapları kendi kafamızda vermek gibi bir alışkanlığımız varsa, gerçeklikler çorba olabilir. Hangisi kimin düşüncesi, kim bize karşı ne hissediyor, tepki mi veriyoruz kararlar mı alıyoruz ayırt edemeyiz.
Tüm insanların kumaşında, eğer majör bir bozukluk yoksa, 'sevme ve sevilme isteği' vardır. Hatta, hayat hükmünü insan üzerinden böyle sürer. Ne kadar para kazanmak, hayat kurmak, geçim sağlamak gibi konfor alanımızı çekiştiren birçok 'yapılmalı' varsa; sevgi ihtimali ile bile, tüm kuvvetiyle gelip bütün hayatımızı değiştirebilecek kadar güçlüdür. Maalesef, yanlışa düştüğümüz nokta da tam da bu gücün gölgesinde başlar. Biz, o kadar sevmek ve sevilmek isteriz ki, bir süre sonra mevzuu karşımızdakinin kim olduğunu, bize ne kadar ne verebileceğini de geçer.
Ego, kalbin elinden sevginin bir nüshasını alır ve her şeyi kendinin ve kendi istediği gibi yapmaya çalışır. Birbirimiz için yaratılmış olduğumuz biriyle tanışmak, muazzam bir rüya.
Fakat, gerçekliğimizi sadece uyanıkken ve sakinken fark edebiliriz. İstemezsek de her zaman kısır döngülere ve minik oyalanmalara girebiliriz...
Hayat bizim(!)
Simay Vardar